Kanser tedavisinde çığır açacak teknoloji

SUTAB

Sabancı Üniversitesi’nin dünya çapında ün yapmış öğretim üyeleri Ali Koşar ve Devrim Gözüaçık SUTAB (SU Tabancası) projesi ile mikro kavitasyon, yani kaynama ile oluşan kabarcıkların aşındırma gücünü kullanarak böbrek taşı, prostat, kanser ve tümörleri hastaya zarar vermeden yok eden bir cihaz tasarladı.

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyeleri Doçent Dr. Ali Koşar ve Doçent Dr. Devrim Gözüaçık ile ekipleri kavitasyon yöntemiyle, yani püskürtülen sıvı içinde oluşturulan mikro boyuttaki su kabarcıklarının (kavitasyon baloncukları) aşındırma gücü ile kanserli hücreleri, tümörleri, prostat ve böbrek taşını parçalayan bir tıbbi cihaz geliştirdiler.

Sıvı püskürttüğü için, su tabancası benzetmesinden yola çıkılarak SUTAB (Sabancı University Tissue Ablation with Bubbles Medical Device) adının verildiği bu cihaz sayesinde kanser, tümörler, prostat ve böbrek taşı tedavisinde yeni bir çığır açılacak. Sağlıklı hücre ve dokulara zarar vermeyerek, kanserli hücre ve tümörleri hedef alan özelliği ile SUTAB hastalara ekonomik ve tamamen zararsız tedavi imkanı sağlayacak.

SUTAB nasıl bir teknoloji sunuyor?

Mikro kavitasyon yöntemi ile yani suyun basıncının düşürülerek meydana gelen baloncukların patladığında çıkardığı yüksek enerji kullanılarak kanserli hücreler hedef alınıyor ve yok ediliyor. Böylece sağlıklı hücreler hiçbir zarar görmeyerek sadece kanserli hücreler yok ediliyor. Aynı şekilde kabarcıkların aşındırma enerjisi istenilen hedefe yönlendirilerek tümörler, böbrek taşları ve prostat hedeflenerek yok ediliyor.

SUTAB Türkiye’de bu alanda üretilecek ilk cihaz olma özelliği ile sağlık alanında dünyada bir ilke imza atacak. SUTAB ile birlikte Türkiye’de ilk kez kanser, tümörler, prostat ve böbrek taşı tedavisi için üretilecek cihaz ile hastalara ucuz ve tamamen zararsız tedavi imkanı sağlanacak. Sabancı Üniversitesi araştırmacıları, SUTAB’ın temel prensibi olan hidrodinamik kavitasyonun tıbbi amaçlı kullanımının dünya patentini ellerinde tutuyorlar, bu da cihazın uluslar arası rekabet gücünü artırıyor. SUTAB’ın endoskopi  aletine entegre edilmesiyle Türkiye, kendi patentli teknolojisi ile geliştirdiği kanser tedavisi için geniş kullanım özellikli cihazına sahip olmuş olacak.

Projede robotik kontrollü endoskopik cihaz prototipi geliştirme aşamasında; Sabancı Üniversitesi’nden mühendisler Prof. Mustafa Ünel ve Prof. Asıf Sabanovic, Maltepe Üniversitesi’nden ürolog uzman doktor ve cerrah Prof. Sinan Ekici, Yeditepe Üniversitesi’nden patoloji uzmanı doktor Prof. Işın Doğan Ekici ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nden mühendis Prof. Hüseyin Üvet ile kolabrasyon içerisinde çalışılıyor. Sabancı Üniversitesi’nden moleküler tıp uzmanları Dr. Özlem Oral ve Dr. Cenk Kığ da çalışmaya önemli katkılar sağlıyor.

 

İş memnuniyetsizliği ağrılara neden oluyor

Haber-Gorsel (12)Bilgisayar başında geçirilen saatler ve yanlış ergonomi ile oluşturulan ofis düzeni, kas ve iskelet sistemi rahatsızlıklarına zemin hazırlıyor. Özellikle son 15 yılda bilgisayar, tablet, akıllı telefonların kullanımının yaygınlaşmasıyla bel boyun ağrılarında artış gözleniyor. Mesleki hastalıkların yüzde 85’ini oluşturan kas iskelet sistemi rahatsızlıklarından korunmada yaşanılan çevrenin kişinin vücut yapısına uygun olması büyük rol oynuyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uz. Dr. Nurten Korkmaz, kas-iskelet rahatsızlıkları ve tedavi yöntemler hakkında bilgi verdi.

İşe bağlı rahatsızlıkların nedeni yanlış ergonomi

Tüm dünyada işe bağlı rahatsızlıkların en sık rastlanan sebeplerinden biri kas-iskelet sistemi rahatsızlıklarıdır. Bu konuda özellikle bilgisayar başında sürekli oturarak çalışan kişiler risk altındadır. İşe bağlı kas-iskelet rahatsızlıkları, kişinin fonksiyonel kapasitesini aşan mekanik zorlanmalardan kaynaklanmaktadır. Uzun süreli kronik rahatsızlıklardır. Bulgular değişebilmekle birlikte yoğun ağrı ve fonksiyonel bozukluk genellikle mevcuttur. Bir kaza sonucu gelişmezler, bir yırtık veya kopma işe bağlı kas iskelet sistemi rahatsızlığı değildir.

Yaşam alanı size uygun olmalı

Hastalık oluşmadan korunmak için yapılan girişimler oldukça önemlidir. Hastalık oluştuğunda ise tedavi yöntemleri uygulanmalıdır. Hastalık oluştuktan sonra sonuçlarını iyileştirmek ve ilerlemesini, başka sorunlara yol açmasını engellemek için rehabilitasyon uygulamaları gerekmektedir.

Temel olarak iş alanında ergonomik düzenlemeler yapmak, uygunsuz çalışma pozisyonlarını değiştirmek ve iş yerinde de egzersiz yapmak gerekmektedir. Ergonomi, genel olarak yaşamın insana uydurulmasıdır. Çalışma ve yaşam alanlarının insan sağlığı için en uygun hale getirilmesidir.

Psikososyal nedenler de ağrılara sebep olabilir

İşe bağlı kas-iskelet sistemi hastalıklarında bazı kişisel faktörler tanımlanmaktadır. Kadın olmak, yaşın ileri olması, obezite, sigara içmek ve spor yapmak bu faktörlerden bazılarıdır. Bunun dışında mekanik faktörler denilen tekrarlayıcı aktiviteler, kişinin maksimum gücünü aşan zorlayıcı aktiviteler, yanlış duruş, sabit duruş, titreşime maruz kalma, soğuk ve yetersiz aydınlatma gibi işle ilgili risk faktörleri de bulunmaktadır. Psikososyal faktörler denilen iş memnuniyetsizliği, ağır iş yükü ve sorumluluk, yetersiz iş arkadaşı ve amir desteği, iş monotonluğu gibi nedenler de kas iskelet sistemi rahatsızlıklarına yatkınlığa sebep olabilmektedir.

Kol ve boyunda hangi rahatsızlıklar görülür?

Gergin boyun sendromu, sırt kaslarında miyalji, omuz rahatsızlıklarından omuzun sıkışma sendromu, tenisçi ve golfçü dirseği, sinir sıkışmaları, el bilek ve parmak tendinitleri, el bileğinde sinir sıkışması olan karpal tünel sendromu ve daha birçok spesifik olmayan ağrı kaynaklı hastalık bu gruptandır.

Bilgisayar başında çalışanlar dikkat!

Sürekli bilgisayar başında çalışan kişilerin ilk olarak önlem alması gerekmektedir. Çalışma alanında bulunan sandalye, monitör, klavye, mouse (fare) ve masanın en uygun şekilde düzenlenmelidir. Kişinin de doğru bir şekilde duruşunu ayarlaması ve oturuş açılarını belirlenmesi gerekir. Sandalye her yöne hareket edebilmeli, yüksekliği ayarlanabilmeli, bel eğimi destekli olmalı ve sırt desteği ve oturak açısı ayarlanabilmedir. Monitör ve klavye kullanıcının tam önünde ve orta hatta olmalıdır. Monitör gövdeden bir kol uzunluğu kadar uzakta olmalıdır. Monitörün üstü göz hizasında olmalıdır. Klavye dirseklerden hafif aşağıda konumlandırılmalıdır. Mouse ise klavye ile aynı seviyede olmalı ve mouse hareket ettirilirken sadece bilek değil tüm kol kullanılmalıdır. Ergonomik yardımcı malzemeler olan el bilek destekleri, doküman taşıyıcılar, mikrofonlu kulaklık kullanılabilir.

Doğru oturuş pozisyonu sağlanmalı

Baş, omuzlar üzerinde dengeli tutulmalıdır. Gövde pozisyonu daima dik olmalıdır. Dik pozisyonda kulaklar, omuzlar ve kalça dikey eksende aynı hat üzerinde olmalıdır. Kollar gövdeye yakın olmalı yanlara açılmamalıdır. Dirsek iç açısı özellikle çok önemlidir ve 100 derecenin altında olmamalıdır. El bilekleri düz olmalı, yanlara doğruda açılanmamalıdır. Bel eğimi bel yastığı ile desteklenmelidir. Gövde ile uyluk arasındaki açı da 100 derecenin üzerinde olmalıdır. Ayaklar zemine veya ayak desteği üzerine düz olarak yerleştirilmelidir ve oturma postürü sürekli değiştirilmelidir. Bunların yanında iş yerinde ve evde baş -boyun, sırt, el ve el bilek ve ayakta yapılabilen bel egzersizleri düzenli aralıklarla yapılmalıdır.

Memorial Ataşehir Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uz. Dr. Nurten Korkmaz
Memorial Ataşehir Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uz. Dr. Nurten Korkmaz

Cep telefonu ve bilgisayar dersleri etkiliyor

Ders_Notlarini_Dusuruyor_12Çocukların karne notlarının düşük olmasının nedenlerini anlatan Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul; çocukların ders çalışamamasını, ders çalışsa da anlamamasını dikkat eksikliğine, disleksi problemine ve teknoloji bağımlılığına bağlıyor. Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul, karne notlarını düşüren etkenin dikkat eksikliği, disleksi problemi ve teknoloji bağımlılığı olduğunu söyledi. Teknoloji bağımlılığının; özellikle cep telefonu ve bilgisayarın aşırı kullanımından kaynaklı olduğunu belirterek şöyle devam etti. Dr. Yurdakul “Bilgisayarı yasakladığımız, televizyonu engellediğimiz durumlarda çocuklar ellerinde bulunan son teknoloji olan internet bağlantılı cep telefonları ile birbirlerine bağlanıyor, bütün gün bir arada oldukları yetmiyormuş gibi eve geldiklerinde arkadaşları ile yazışıyor ve ders çalışmak yerine telefonla zaman geçirebiliyorlar. Gece yarılarına kadar chat’leşerek zamanlarını öldürmekte ama bu zamanı derslerine vermemektedirler. Cep telefonu ve bilgisayarın kontrollü kullanılması, ders çalışırken veya uyku saatlerinde cep telefonunun ailelerde durması, ders çalışma saatlerini arttıracak, bu da derslere olumlu yansıyacaktır. Sonuç olarak karne notları kötü geldiğinde çocuğunuza kızmayın ve bunun nedenini ve niçin’lerini araştırın, öğretmenlerinden, rehber öğretmenlerinden yardım alın. Çözemediğiniz durumlarda bir psikiyatrist ve psikoloğa başvurun ve notlarının düşük olmasına neden olan etkenleri ortadan kaldırın. Başarının önündeki engeller kaldırıldığında çocuklar başarılı olabilir. Yeter ki onlara bu fırsatı tanıyın” dedi.

Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul, çocukların 5 yaşından-20 yaşına kadar çalışamamasının en büyük nedeninin dikkat eksikliği olduğunu söyledi. Yurdakul; “Dersin başına oturamayan, oturduğu zaman çalışamayan, 10 dakika sonra sıkılan, çalışmasını sınavlara yansıtamayan, basit dikkat hataları yapan, çalıştığının karşılığını alamayan çocuklarda gözlemlediğimiz dikkat eksikliği, onların akademik hayatını olumsuz etkileyecek ve ders başarılarını düşürecektir. Dikkat eksikliği olan çocuklar çalışamadıkları gibi yazı yazmakta zorlanmakta, yazıları yavaş yazmakta, not tutamamakta ve bu nedenle ödev yapmak istememektedirler. Dikkat eksikliğinin seviyesine göre ilaçlı ya da ilaçsız tedavisi bu durumu ortadan kaldıracak ve onların ders başarısını arttıracaktır” diye konuştu.

Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul; ders başarısını olumsuz etkileyen bir diğer durumun, disleksi denilen okuma güçlüğü olduğunu, bu problemi yaşayan çocukların yazılanları okumakta ve anlamakta zorluk çektiklerini söyledi. Okuduklarını anlamalarının güç olduğunu, ne kadar gayret etseler de okumakta zorlanmaları nedeniyle başarılı olamadıklarını, kendilerine güvenlerinin azaldığını, sonuç olarak ders çalışmak istemediklerini dile getirdi. Ayrıca sınavlarda okuma zorluğu nedeniyle hatalar ortaya çıktığını, ders başarılarının düştüğünü, ancak disleksi hastalığının tedavisi sonucu başarıların arttığını ve notların düzeldiğini belirtti.

Psikiyatrist Dr. R. Sabri Yurdakul
Psikiyatrist Dr. R. Sabri Yurdakul

Bembeyaz dişler güzel gülüşler

244600Güzel bir gülüş ve bembeyaz sağlıklı dişler, uzun bir yaşamın anahtarı…  Oysa birçok kişi ağız ve diş problemleri, eksik dişleri yüzünden rahatça gülemiyor, yemek yerken zorlanıyor. Küçük bir cerrahi işlemle çene kemiğine yerleştirilen implantlar, gerçek bir diş kökünün yerini alıyor, eksik dişler tamamlanıyor. İmplant tedavisiyle hastalara sanal planlamayla tek günde hızlı ve güvenilir çözüm sunduklarını söyleyen Liv Hospital Ankara Diş Hekimi Semih Demircan implant tedavisini anlattı.

Aynı gün geçici protez takılıyor

Gelişen teknoloji sayesinde ağız yapısında sorun olanlar sadece bir günde yepyeni dişlere kavuşabiliyor. Çekilmesi gereken veya eksik dişlerin yerine yerleştirilecek yeni dişler bazı hastalarda korku ve endişeye neden olabiliyor. 1 günde yeni diş işlemiyle bu hastaların kaygılarına son veriliyor. Hasta anatomisine uygun olarak yazılım üzerinden (Nobel Clinician) planlanan diş kurulumu, tedavi planına dayanan özel imal edilmiş cerrahi model ile implant uygulamasına dönüşüyor. Böylelikle hastalara aynı gün geçici protezleri takılabiliyor. Ağrı ve sıkıntının en aza indirildiği uygulamada, maksimum görsellik ve fonksiyon imkanı da hedefleniyor.

Sağlıklı olan herkes implant yaptırabilir

Diş eksikliği olan ve implant uygulanacak bölgede uygun koşulları taşıyan; genel sağlığı yerinde olan herkes implant yaptırabiliyor. Cerrahi bir işlem olan implant operasyonundan önce hastaya lokal anestezi uygulanıyor. Bu yüzden cerrahi işlem sırasında hasta hiçbir şekilde acı veya ağrı hissetmiyor. Cerrahi operasyona karşı endişe duyan ve oldukça fazla korkan hastalarda sedasyon işlemi yapılıyor. Sedasyon ile hastalar yarı uyku halinde olduklarından işlemi hissetmiyor ve sonrasında da hatırlamıyor. Muayene sonucu ortaya çıkan duruma göre ya stent ile ya da stentsiz uygulama yapılıyor. Bu uygulamada dikiş atılmıyor, kanama sorunu ya olmuyor ya da çok az oluyor. İmplant yapılan hastalarda aynı gün anestezi etkisi dağıldıktan sonra hafif ağrılar olursa diş hekiminin önerdiği ağrı kesici kullanılabilir. İmplant tedavisi olmuş hasta aynı gün normal hayatına dönüyor.

İmplantın faydaları

  • Çiğneme fonksiyonlarını tam olarak yapabilir (her istediğini yiyebilme)
  • Daha estetik görünüm sağlar
  • Çiğneme fonksiyonları tam olduğu için sağlıklı beslenme sağlar
  • Sağlıklı dişlere kavuşma ile yüksek özgüven verir
  • Doğal diş formundadır
Liv Hospital Ankara Diş Hekimi Semih Demircan
Liv Hospital Ankara Diş Hekimi Semih Demircan

Artık daha kolay boşanıyoruz

sevgili çiftÜlkemizde son on yılda boşanma oranlarında %30 artış olduğunu söyleyen KadıköyŞifa Sağlık Grubu Uzman Klinik Psikolog Merve Büyükkucak, iletişimsizliğin, erken yaşta gerçekleşen evliliklerin, maddi sorunların ve sadakatsizliğin en önemli boşanma sebepleri olduğu konusunda uyarıyor.

Hem çok kişisel hem de çok alışılmış, sıradan bir konu olan boşanma son yıllarda sıklıkla telaffuz edilen, çevremizde, ailemizde, yakınlarımızda sıklıkla rastlanır ve tabu olmaktan çıkan bir olgu olmaya başladı. Neredeyse bir salgın olarak adlandırılabilecek bu durum toplumun büyük bir kesimi ve özellikle yeni evliler veya çocuk sahibi olanlar için oldukça kaygı veren, bir nevi bir alarm durumu haline geldi.

Son yıllardaki istatistikî veriler boşanma oranlarındaki artışı destekler nitelikte olmakla birlikte, bu artışın yalnızca ülkemizde değil dünyanın birçok ülkesinde yaşandığını göstermektedir. Türkiye’ye baktığımızda son on yılda bu artışın yaklaşık %30 seviyelerinde olduğunu, ilk beş yılda evliliklerin %20sinin, Amerika’da ise her 1000 evlilikten yaklaşık 3 ila 4 tanesinin boşanma ile sonuçlandığını söylemek mümkün. Bu oran ikinci ve üçüncü evliliklerde ise daha da yükselmekte.

Neden boşanıyoruz?
Son yıllardaki bu artışın kaynaklarını anlamaya yönelik yürütülen çok sayıda araştırma eşler arasındaki iletişimsizliğin, maddi sorunların ve sadakatsizliğin büyük oranda etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sebepler elbette ki önceki yıllarda da geçerliliğini korumaktaydı. Ancak yıllar içinde değişen en önemli faktörlerden biri yaşam süresinin uzaması ile birlikte kişilerin yaşamdan daha fazla beklentiye sahip olmaları oldu. En önemlisi de artık günümüz dünyasında bilgiye erişim çok daha kolay. Bu durum hayattan, dünyadan daha fazla haberdar olmayı, daha fazla düşünmeyi ve daha çok ne

istediğini sorgulama durumlarını da beraberinde getiriyor. Her ne kadar boşanma kendi içerisinde oldukça stresli ve zorlayıcı bir durum dahi olsa boşanmadan sonra kendilerine yeni ve daha mutlu edici bir yaşam kurma konusunda insanlar daha büyük bir cesaret gösteriyor. Özellikle erken yaşta gerçekleşen evlilikler sonucu ya da ileri yaşlarda gerçekleşen boşanmalar bu duruma örnek teşkil edebilir. Ne de olsa yaşamın bir noktasında durmak, düşünmek ve farklı yolda ilerlemek istediğinin farkına varmak artık çok da az rastlanır bir durum değil.

Bunlarla birlikte önceki yıllara göre çalışma koşullarının giderek daha ağırlaşmasının ve bağlantılı olarak kişilerin günlük yorgunluk ve stres düzeylerinde bir yükselmenin olmasının boşanma üzerindeki etkisinin de oldukça büyük olduğu söylenebilir. Artık ne yazık ki eşler ne çocuklarına ne de eşlerine kaliteli zaman ayırabilmekte ve artan stres düzeyi ile birlikte hayatın ve ilişkinin sorumluluklarına, zorluklarına karşı toleransları giderek düşmekte. Öyle ki hali hazırda devam eden birçok evlilikte aslında cinselliğin ortadan kalktığını, çocuklar için ya da ailesel normlar sebebiyle “mutsuz ama sorun olmayan, idare edilen” ilişkilerin olduğunu ve ne yazık ki çok daha öncelerden “duygusal boşanma”nın gerçekleştiğini söylemek mümkün.

Boşanmaya dair bir diğer önemli sebep ise elbette ki kadınların yıllar içerisinde eğitim seviyelerinin artması ve bununla bağlantılı olarak kendi ayakları üzerinde daha fazla durabilen ve en önemlisi yeni normlara sahip olan, ilişkiden beklentilerini daha fazla sorgulayan ve ortaya koyabilen bireyler haline gelmeleridir. Özellikle 30 yaş altındaki kadınlarda boşanma oranın daha yüksek olduğunu, yeni bir hayat kurma ve kendi yolarlına devam etme konusunda daha cesur olduklarını söylemek mümkün. Boşanma talebinin erkekler kadar kadınlar tarafından da sıklıkla ortaya konması bu durumu destekler niteliktedir.

Genel olarak boşanma ile ilgili diğer risk faktörlerine baktığımızda yukarıda sayılanlara ek olarak evlilikle ilgili gerçekdışı beklentilere sahip olmak, evliliğe hazır olmamak, istismar ve şiddet gibi faktörleri saymak mümkün. Son yıllarda yapılan birçok çalışma sosyal ve psikolojik faktörlerin yanı sıra genetik bir yatkınlığa da işaret etmekte, tek yumurta ikizleri ya da genetik havuzlarını paylaşan kardeşlerin diğer bireylere oranla boşanma anlamında birbirlerine çok daha yüksek oranda benzerlik gösterdiği yönündedir. Erken yaşta evlilik ve boşanmış bir anne babanın çocuğu olmak da kişiyi boşanmaya yatkın kılan risk faktörleri olarak bulunmaktadır.

Boşanmaya nasıl karar veriyoruz?
Bir birlikteliğin boşanma ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağını açıklayan en önemli faktörlerden biri “bağlılık” olarak ortaya çıkmaktadır. Burada bağlılık ile kastedilen uzun vadede karşılaşılan problemler ve zorluklarla yenilmemek ve ne kadar zor olursa olsun evliliğin devamı için bir isteği sürdürebilmektir. Bağlılık, ileride de o kişinin eşi olmayı arzu etmek, “biz” olma hissini sürdürmek istemek ve bir çift olarak sahip olunan

kimlikten memnun olmak anlamına gelir. Bağlılık ne kadar fazla olursa kişi kendini o oranda güvende hissedecektir ve ilişkinin devamı için daha fazla verici olmaya gönüllü olabilecektir. Bir evliliği sonlandırma önündeki engeller sayılabilecek finansal zorluklar ya da çocukların varlığı ancak bir süre söz konusu evliliğin sürmesine yardımcı olur. Uzun vadede bağlılık yoksa o evliliklerin de devamı olmayacaktır. Örneğin birçok evliliğin eşler arasında çatışma olmadığı halde bittiği araştırmalar tarafından sıklıkla ortaya konmaktadır. Fakat çatışma yaşamayan, evliliklerinde mutlu olmayan ancak yine de birbirlerine bağlılığı bulunan kişilerin birlikte kalma olasılıklarının ve gidişatı iyileştirmeye çabalama durumlarının bağlılığı az olan ve başka bir ilişkide mutlu olabileceğine inanan kişilere oranla daha yüksek olduğu bilinmektedir.

Boşanma oranlarındaki artışla alarma geçmeli mi?
Her ne kadar sıkıntılı bir evlilikten çıkılıyor olsa bile, boşanma özellikle bu durumu birebir yaşayan bireyler için oldukça sarsıcı ve zorlayıcı bir durumdur. Her şeyden önemlisi kendi içerisinde bir “kayıp” olarak nitelendirilebilir; zira devam eden bir ilişki sonlanmakta, alışılagelmiş bir hayat şekli ve ilişkiler ağı değişmektedir. Bu nedenle her kayıp anında olduğu gibi elbette boşanmanın da kendine göre bir yas süreci olacaktır. Fakat bilinen odur ki her kayıp sürecinin kendisine eşlik eden “yas” yanında, bir de kişiyi büyütücü ve geliştirici tarafı bulunur.

Elbette ki evlilikler bitmemesi düşünülerek planlanan kurumlardır ancak buradan bakıldığında bu bitişi yalnızca bir kayıp ya da “başarısızlık” olarak görmek çok doğru bir tutum olmayacaktır. Biten bir ilişkiye başarısızlık olarak bakmak yaşanan ilişkiye ve o ilişkideki doyurucu ve besleyici, mutlu eden anlara büyük bir haksızlık olur. Zaman içerisinde kişiler farklı rotalarda büyüyebilir, gelişebilir, o süreçte eşlerden biri ya da her ikisi de değişebilir, karşılıklı ihtiyaçlar söz konusu ilişkide karşılanmıyor olabilir ve ilişki bitme noktasına gelebilir. Ancak tüm bunlar, bu ilişkinin bir hata ya da başarısızlık olduğu anlamına gelmez, böyle bakmak o ilişkide yaşanan keyif ve büyümeyi inkar etmekle eşdeğer bir tutum anlamına gelir. Elbette duygusal ve fiziksel anlamda istismar içeren çoğunlukla mutsuz evlilikler için böyle düşünmek çok daha zordur.

Artan boşanma oranları kaygı verici hale gelse de her bitiş nasıl yaşandığı ile de bağlantılı olarak kişiyi geliştirir. Yeni bir yaşam kurabilme, ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda hareket edebilme cesareti kişiyi zenginleştiren bir deneyimdir. Özellikle çocuklu aileler açısından haklı olarak büyük kaygı uyandıran bu durum uzun vadede çocuklar için dahi bir kazanım olabilir. Elbette ki mutlu bir evlilik içerisinde olmak hem çiftlerin hem de çocukların zihinsel ve fiziksel sağlıkları için çok önemli bir unsurken özellikle çocukları duygusal, fiziksel, ve sosyal birçok sorundan koruyan bir durumdur. Ancak her türlü çabaya rağmen yolunda gitmeyen bir ilişkiyi sonlandırmak, sıkıntının içinde çaresizce kalan ve kendisi için olumlu bir çözüm üretemeyen, ayrılamayan yetişkinlere oranla “ayrılabilme” ve “kendi ihtiyaçları doğrultusunda sorunlarını çözebilme” konusunda çocuklara önemli ve yapıcı bir model oluşturur.

Klinik Psikolog Merve Büyükkucak
Klinik Psikolog Merve Büyükkucak

Çocuklarınıza spor yaptırın

kids-and-sportsFiziksel aktivite azlığı çocuklarımız için de çağımızın en büyük problemlerinden biri. Hareketsizlik çocuklarda obezite, diyabet ve dikkat problemlerinin en önemli risk faktörü. Çocukluk çağında başlayan kronik hastalıklar yetişkinlik dönemini de etkiliyor. Avrupa Konseyi, sağlıklı bir nesil için çocukların 30 dakikadan az olmamak şartıyla haftada 3 – 4 kez düzenli spor yapmasını istiyor.

Genellikle insan hakları ihlalleri ve siyasi konularda yaptığı açıklama ve uyarılarıyla gündeme gelen Avrupa Konseyi, çocuklarımızın da yakın takipçisi. 1987 yılında Eurofit Bedensel Yetenek Testleri ile ilgili kararı yayınlayan Avrupa Konseyi, 28 yıldan bu yana çocukların sporla olan ilişkilerini izliyor.

ÇOCUKLAR, HANGİ YAŞTA HANGİ SPORU YAPMALI?

Beden yeteneğinin sadece spor ve beden eğitimi için değil, sağlık ve iyi bir sağlık durumu için gerekli olduğunu, sporla kişinin kendini tanımasına, beden kondisyonu kazanmasına olanak vermek, sosyal gelişimin desteklenmesi ve ortak dil oluşturmak amacıyla Eurofit Testleri’ni geliştiren Konsey, Eurofit’te belirli yaştaki çocuklar için uygun olan aktivite sporlarını şöyle sıralıyor:

“2- 5 yaş arası çocuklar fırlatma, yakalama, koşma, sıçrama; 6-9 yaş arası çocuklar belli mesafeye fırlatmak, bir topa vurmak, sporun temel hareketlerine geçiş, 10-12 yaş arası çocuklar basketbol, futbol gibi sporları içeren kompleks motor becerileri kapsayan spora yönlendirilmelidir. Spora aktif katılım en az 30 dakika ve haftada 3-4 kez düzenli olarak önerilmektedir.”

HER 5 ÇOCUKTAN 4’Ü HAREKETSİZ

Ne yazık ki, televizyon karşısında ve bilgisayar başında geçirilen saatler, spor alanlarının ve parkların azlığı, ailede spor alışkanlığının olmayışı çocuklarımızı her geçen gün spordan ve fiziksel aktiviteden uzaklaştırıyor.

Oysa yapılan bilimsel çalışmalar, akademik başarı, kognitif (zihinsel) beceriler, beyin yapısı ve beyin fonksiyonlarının fiziksel aktivite ile bağlantılı olduğunu gösteriyor.

Okan Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa’nın verdiği bilgiye göre, her 5 çocuktan 4’ü sağlık için gereken yeterli fiziksel aktiviteyi gerçekleştiremiyor. Aktivite azlığının fiziksel sağlığı olumsuz yönde etkilediği birçok çalışma ile kanıtlanmış durumda. Bunun yanında aktivite azlığı çocuğun okul başarısını ve hayattaki başarısını da önemli derecede etkiliyor.

ÇOCUĞUNUZ SPORLA KİŞİLİK KAZANIR

Çocuğun ruhsal ve fiziksel açıdan sağlıklı olmasının sporla doğrudan ilgili olduğunu vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, spor yapan çocuğun hayatında yaşayacağı değişiklikler hakkında şu önemli bilgileri verdi:

“Çocukların erken dönemde spora ve egzersiz yönlendirilmesi ile kassal kuvvet, esneklik, kassal endurans, vücut kompozisyonu ve kardiyovasküler endurans gelişir. Spora yeterli katılım güven ve başarı ile sonuçlanan becerilerin gelişmesini sağlar. Spor çocukların gelişimine yardımcı olur. Spor yapan ve bir takımla çalışan çocuklar kendi değerini fark eder. Kendine güvenen, bağımsız, kendini kontrol edebilen bir kişilik kazanmasını sağlar. Hedef belirleme ve bu hedefleri başarıyla gerçekleştirme konusunda bilgi ve beceri kazandırır. Bir takımın parçası olan çocuğun sorumluluk duygusu gelişir. Liderlik, doğru ve hızlı karar verme, olayları çözümleyebilme özellikleri gelişir. Stresin ve gerginliğin azalmasını sağlar. Sosyalleşir. Grup çalışmasına yatkın hale gelir.”

Fiziksel aktivitenin 12 yaşında en yüksek düzeye ulaştığına dikkati çeken Şenbursa, tüm dünyada okuldan sonra spora katılımın düştüğünü belirterek, sporun bir yaşam biçimi haline getirilmesi gerektiğini söylüyor.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa
Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa