Etiket arşivi: Genel

Ayakta çok duranlar vitrin hastası olabiliyor

Ayakta durduğunuzda ve yürüdüğünüzde belinizde, bacağınızda ağrılar oluşuyor mu?  Dikkatli olun! Bir ileri yaş hastalığı olan ve daha çok da 50’li yaşlardan sonra ortaya çıkan Spinal Stenoz’a erken yaşlarda da yakalanmak olası… Emsey Hospital’dan  Ortapedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Özdemir konuyla ilgili bilgiler verdi ve neden bu hastalığa vitrin hastalığı dendiğini açıkladı.

Spinal Stenoz nedir?bel ağrısı

Spinal stenoz, halk arasında dar kanal olarak bilinen bir hastalık olup, polikliniklere başvuran tüm hastalar içerisinde boğaz enfeksiyonlarından sonra 2. veya 3. sıklıkta görülen bir hastalıktır. Genellikle bel omurlarında görülmekle birlikte boyun omurlarında da olabilir. Tanımı şu şekilde yapılabilir. Omuriliğin geçtiği kanal ve omurilikten çıkan sinirlerin geçtiği deliklerin bir şekilde daralmasına verilen isim dar kanal veya spinal stenoz’dur.

“Bu hastalığın pek çok sebepleri vardır”

Fakat en sık rastlanılanı omurgadaki dejenerasyonlardır. Omurgamızda, bel bölgesinde beş tane omur vardır ve bundan en ortada olan üç omur arasında bu hastalık en sık görülür. Fakat bu hastalığa sebep olan sadece dejenerasyon değildir. Omurilik ve omurilikten çıkan sinirlerin kanallarını daraltan her türlü sebep, dar kanal hastalığını oluşturabilir.

Mesela doğuştan kanal dar olabilir; enfeksiyonlar, tümörler, kırıklar, kırık sekelleri, fıtıklar bu hastalığa sebebiyet verebilir. Aynı zamanda omurgadaki bazı eğrilikler bu hastalığı meydana getirebilir. Bu eğrilikler gençlik çağından kalma eğrilikler olabildiği gibi sonradan çıkan eğrilikler de olabilir ve bunlarda karşımıza dar kanal veya Spinal Stenoz olarak çıkarlar.

Spinal Stenoz hastalarının şikayetleri nelerdir?

Spinal Stenoz hastalarının şikayetleri, bel ağrısı ve ayaklara vuran ağrı şeklinde seyreder. Bu hastalıkta tipik olarak nörojenik kladikasyo denen bir durum oluşur. Hastalarda ayakta durmak ve yürümekle bel ile bacak ağrıları oluşur. Dinlenmek ve öne doğru eğilmekle şikayetleri azalır. Bu yüzden ileri yaşlarda görülen bu dar kanal hastalığına maruz kalanlar, yürümekle başlayan ağrılarını gidermek için belli bir süre dururlar ve buna tipik olarak vitrin hastalığı denilir. Çünkü ağrılarını geçirmek için etrafa veya vitrinlere bakarlar. Ağrıları geçtikten sonra yürümeye devam ederler.

Yavaş ilerleyen bir hastalık olduğu için ciddi sinir arazları ve felçler olmaz. Bu durumda belli bir sinir değil, pek çok sinirler etkilenmektedir. Nörojenik kladikasyo bazı durumlarla da karışır. Özellikle damar sertlikleri ve damar tıkanıklıklarında da benzer şikayetler oluşturur.
O yüzden bu hastaların teşhislerinde, mutlaka damar muayenelerinin de yapılması gerekmektedir.

Radyolojik muayeneler nasıl olmaktadır?

Muayene bulguları içerisinde üzerinde durmamız gereken en önemli unsur radyolojik muayenelerdir. Burada, direkt röntgenler ile beraberinde manyetik rezonans ve bununla beraber gerektiğinde Myelo-MR çekilerek darlıkların nerede ve ne miktarda olduğu tespit edilir.

Spinal Stenoz tedavisi nasıl yapılır?

Öncelikle ameliyatsız tedavi edilmesi gerekir. Pek çok Spinal Stenoz vakasında %80’e varan oranda ameliyatsız olarak iyileşme sağlanabilir. Ancak ameliyatsız yöntemlerde başarısız olunur ve beraberinde ciddi sinir arazları ortaya çıkarsa cerrahi tedavi yapılması şarttır. Hastalığın miktarına, kaç segment tuttuğuna, beraberinde eğrilikler olup olmadığına ve kaymaların varlığına göre muhtelif tedaviler gerçekleştirilebilmektedir.

Emsey Hospital  Ortapedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Özdemir
Emsey Hospital
Ortapedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Özdemir

Bel kayması nasıl oluşur? Nasıl tedavi edilir?

Bel hastalıkları içerisinde sık görüleni bel kaymalarıdır. Bunun tıbbi ismi Spondilolistezis’dir. En sık bel bölgesinde görülür fakat boyun omurlarında da olabilir. Spondilolistezis muhtelif sebeplerle meydana gelir. En az beş nedeni vardır. En sık görüleni istmik olarak bilinenidir. Omurgada çok zayıf bir nokta olan pars bölgesinde bir kırık oluşur ve bu kırık neticesinde iki omurun birbiri ile olan ilişkisi bozularak bir omur, bir alttaki omura göre öne doğru kayar. Bu sık bilinen ve sık görülen bir bel kayması sebebidir.

Fakat bunun dışında direkt travmalar, enfeksiyonlar, tümörler, dejenatif sebepler ve doğuştan bel kaymaları da olmaktadır. Bel kaymaları dar kanal ile aynı şikayetleri verir ve tedavileri de birbirlerine oldukça benzemektedir. Bel kaymaları, omurganın %25-50’ye kadar kaydığı durumlarda ameliyatsız tedavi edilir. %50’den daha fazla olan kaymaları, doğuştan olan kaymaları ve cerrahi dışı tedaviler yapılmasına rağmen sonuç alınamayan vakaları ameliyat etmek gerekmektedir.

Kök hücrenizle yenilenin

kok-hucreVücudumuzda milyonlarca hücre mevcut. Bu hücrelerin büyük bir kısmı karaciğer, böbrek ve beyin gibi organlarımızda yerleşmiş ve bu organların işlevlerini gerçekleştiriyor. Liv Hospital Rejeneratif Tıp Kök Hücre Araştırma ve Üretim Merkezi Sorumlusu, Prof. Dr. Erdal Karaöz (Histoloji-Embriyoloji, Kök Hücre, Gen terapi ve Doku / Organ Mühendisliği Uzmanı) ’’Organlarımızın faaliyetlerinin devam etmesini sağlayan ve kişinin anahtar hücresi anlamına gelen kök hücre, son 10-15 yıldır laboratuarlarda çoğaltarak, kişiye özgün hücresel tedavilerde kullanılıyor. Kök hücreler, günümüzde ortopedide kıkırdak lezyonlarında, estetik ve kozmetik cerrahide, iyileşmeyen yanık olgularında, kapanmayan yaralarda, diyabetik ayaklarda, kardiyolojik problemlerde kullanılarak çok başarılı tedavi sonuçları elde edilmektedir’’ dedi. Prof. Dr. Erdal Karaöz, kök hücre ile ilgili merak edilenleri anlattı.

Kök hücre günümüzde hangi amaçlı kullanılıyor?

Kök hücre kullanım alanları iki ana başlık altında incelenebilir. Kozmetik ve estetik cerrahi, ortopedi, dermatoloji ve kan hastalıklarının tedavisinde kullanılıyor. Bununla birlikte, kök hücre tedavisinden umut bekleyen, tedavisi mümkün olmayan hastalıklarda var. Bunlar merkezi sistemini ilgilendiren; omurilik hasarı, ALS gibi nöro-dejeneratif hastalıklar, kas hastalıkları, organ yetmezlikleri, otoimmun hastalıklar ve görme kaybı ve yoksunluğunu içeren birçok göz hastalıkları gibi. Bu hastaların tamamı onaylanmış kök hücre esaslı tedavi protokollerini beklemektedir.

Kök hücre kanser yapar mı?

Değişik kaynaklardan kök hücre elde ediliyor. İnsan vücudundan elde edilen kök hücrelerin teorik olarak kanser yapmadığı biliniyor. Fakat insan embriyosundan (embriyonik kök hücre) kök hücreler elde edilirse eğer, bunlardan bir tanesi bile farklılaşmamış olarak insan vücuduna nakledilirse “teratom” denilen yani malign olmayan tümörler ortaya çıkabilir. Fakat, günümüzde onaylanmış ve onay bekleyen kök hücre esaslı tedavi protokollerinde kullanılan ve bizim erişkin kök hücre diye adlandırdığımız hücrelerin alıcıda kanser yaptığına ilişkin bir kayıt bulunmamaktadır.

Liv Hospital Rejeneratif Tıp Kök Hücre Araştırma ve Üretim Merkezi Sorumlusu Prof. Dr. Erdal Karaöz
Liv Hospital Rejeneratif Tıp Kök Hücre Araştırma ve Üretim Merkezi Sorumlusu Prof. Dr. Erdal Karaöz

Kök hücre nasıl uygulanıyor?

Uygulamalardan ilki, ilgili dokunun -ki çoğunlukla lipoaspirat (göbek yağ dokusu) kullanılmaktadır- hastadan alınıp ameliyathane yada laboratuar koşullarında birtakım işlemlerden geçtikten sonra aynı seansta tekrar hastaya nakil edildiği yöntemdir. Bu uygulama saf kök hücre değil. Bu nakledilen hücre süspansiyonunda %5 oranında kök hücre mevcuttur. Çoğunlukla bizim vasküler fraksiyon olarak adlandırdığımız işlem sonrasında yağ dokusunda bol bulunan damar hücrelerini içermektedir. Bu yöntem, çoğunlukla plastik cerrahi ve ortopedi alanlarında kullanılmaktadır. İkinci uygulama ise, bir dokudan (bu yağ dokusu, kemik iliği olabilir) özel yöntemlerle ayrıştırılan kök hücrelerin laboratuarda çoğaltılıp, nakil için gerekli sayıya ulaşılana dek çoğaltılması esasına dayanmaktadır. Bu yöntem sonucunda elde edilen hücreler saf kök hücrelerdir. Çünkü mutlaka bizim karekterizasyon diye adlandırdığımız birçok testten geçiyorlar ve bu testlerin sonucunda kök hücre olabilme kriterlerine sahip islere kök hücredir onayını alıyor ve klin uygulamada kullanılabiliyorlar. Hastaya nakil öncesinde de endotoksisite, mikrobiyal, ve virolojik testleri içeren kalite kontrol aşamaları gerçekleştirilmektedir. Sonrasında tüm bu testleri geçebilen hücreler tekrar hastaya naklediliyor. Örneğin, şu anda araştırma aşamasında olan omurilik hasarında, ölmüş kalp dokusunu yeniden yeşertmek için kalbe enjekte ediliyor. Ya da onaylanmış tedavi protokollerinde kullanılıyor. Tendon yaralarında, yanık yaralarının iyileştirilmesi gibi.

Kök hücre kimden alınıyorsa ona mı uygulanır?

Genel olarak kimden alınıyorsa ona uygulanıyor. Fakat, bazı durumlarda genellikle bağışıklık sistemiyle ilişkili sorunların çözümlenmesi amacıyla bir başkasının kemik iliğinden veya yağ dokusundan elde edilen kök hücreler kullanılmaktadır. Çünkü bu hücreler özellikleri gereği bir başkasına nakledildiğinde kişinin bağışıklık sistemi hücreleri onları yabancı olarak algılamıyor. Dolayısıyla, başkasından nakledilen hücreler aynı sizin kök hücrenizmiş gibi işlev görebiliyor. Buna allojenik nakil deniyor.

Alınan hücre 20 yıl sonra da kullanılıyor mu?

Teorik olarak mümkün. Hücreleri yeterli sayıda çoğalttıktan sonra bir kısmı hasta naklinde kullanılabilir. Bir kısmı da patoloji sonucunun sonrasında ya da istenilen sonuç alınmadığında, ikinci, üçüncü doz olarak da bu hücreler hastalara nakledilir. Bu amaçla hücrelerin bir kısmı uygun yöntemlerle -196 derecede sıvı nitrojen içeren tanklarda dondurularak saklanıyor. 20 yıla kadar saklanan hücrelerin canlılığını, fonksiyonlarını koruduğu biliniyor.

 

Pankreas kanseri önlenebilir mi?

Prof. Dr. Kaan Karayalcin
Prof. Dr. Kaan Karayalcin

Pankreas kanseri batı toplumlarında kansere bağlı ölüm nedenleri arasında üst sıralardadır.Bunun ağırlıklı nedeni de tanı anında hastalığın genellikle ileri evrede karşımıza gelmesidir. 

Son yıllarda akciğer,meme,prostat ve kalın bağırsak kanserlerine bağlı ölüm oranlarında düşüş yaşanmasına rağmen aynı durum pankreas için geçerli olmamıştır.Bazı tümörlerde ölüm oranlarında düşüş yaşanması sadece etkin tedavi yöntemlerinin bulunmasına değil erken tanı ve tarama programlarının başarılı bir şekilde uygulanmasına da bağlıdır.Bu anlayıştan doğan yeni bir cerrahi yaklaşımda önleyici cerrahidir.Önleyici cerrahi kavramı kansere yatkınlığı bilinen bir kişide kanser öncesi değişiklikler yada erken kanser olarak tanımlanabilecek doku değişiklikleri bulunması durumunda kanser gelişmeden yapılan cerrahi girişimlerdir.

Geçmişte pankreas kanseri tarama veya erken tanı programları açısından az sıklıkta görülmesi nedeniyle uygun bulunmamıştır.Günümüzde oluşan bilgi birikimi bu görüşü kısmen değiştirmiştir.Pankreas kanseri tanı konulduğunda ileri bir aşamada olsa bile yıllarca süren bir kanser gelişim sürecinden geçerek bu aşamaya gelmektedir.

Pankreas kanseri başlangıçta iyi huylu olarak gelişen bazı öncül lezyonlardan zaman içerisinde kansere dönüşmektedir.Bu öncül lezyonların günümüzde daha fazla saptanır olması pankreas kanserlerinin önlenmesini veya daha fazla tanınmasını sağlayabilmektedir.

Pankreas kanserlerinin görülme sıklığının düşük olması genel toplum taramalarını anlamlı kıldırmamakla beraber, bazı yüksek riskli hasta gruplarının özel tarama programlarıyla incelenmesi erken kanserlerin ve öncül problemlerin saptanmasını sağlayarak kansere bağlı ölümleri azaltabilecektir.

Pankreas Kanseri Risk Grupları

Genetik olmayan risk faktörleri arasında en net olarak bilinenler sigara kullanımı,obesite,kronik pankreatit ve aşırı alkol tüketimidir.Bu risk faktörlerinden sadece kronik pankreatit tarama programlarına dahil olmayı gerektirecek kadar yüksek riske sahiptir.Kronik pankratitli kişilerde risk 16 kat fazladır.Genetik olmayan risk faktörleri arasındaki diğer grup ise bizim kontrol edemeyeceğimiz faktörler içerisinde yer alan pankreas kistleridir.Özellikle İPMN ve müsinöz kistler ile kansere dönüşüm arasındaki ilişki çok net olarak ortaya konmuştur.

Genetik risk faktörleri arasında üç ana grup vardır.Ailevi pankreas kanseri en yüksek risk faktörüdür ancak nadir bir durumdur.En az üç birinci derece yakınında pankreas kanseri olanlar bu gruptadır ve bu durum riski 30 kat arttırmaktadır.Birinci dereceden bir aile bireyinde pankreas kanseri olması riski 4.5 kat arttırmaktadır ve böyle bir durumda pankreas kanserine yakalanma riski 70 yaşına gelindiğinde yaklaşık %2 ‘dir.

Diğer genetik rahatsızlıklar familial polipozis coli,meme ve yumurtalık kanser sendromu,Peutz-Jeghers sendromu ve herediter pankreatittir.

Riskli Hastalarda Tarama Yöntemleri

Kalıtsal olmayan risk grubundaki hastalar kronik pankreatit ve pankreas kisti olan hastalardır.Bu hastalar genellikle bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans(MR) ile görüntülenerek incelenirler.Bunlara ek olarak son yıllarda gerektiğinde endoskopik ultrasonografi de uygulanmaktadır.Kalıtımsal risk grubundaki hastalara da benzer yöntemler uygulanmaktadır.

Bu tarama programlarında amaç erken kanserleri saptamak olduğu kadar kanser öncesi gelişen ve kansere dönüşebilen doku değişikliklerini saptayabilmektir.Genel olarak topluma göre 5-10 kat risk taşıyan hastalarda 50 yaşta bu tarama programlarını başlatmak önerilmektedir

Risk taşıyan hastalarda tarama programlarında solid lezyon,kist veya PanIN-3 olarak adlandırılan problemler saptandığında cerrahi tedavi koruyucu olarak önerilmektedir

Güne yorgun başlayanlar dikkat!

uyku

İstanbul Özel Medipol Mega Hastanesi Fizik Tedavi Rehabilitasyon  ve Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Salim Göktepe, fibromiyalji hastalığı ve tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri veriyor… Sıklıkla kadınlarda görülen Fibromiyalji hastalığı; yaygın vücut ağrısı, hassasiyet ve yorgunlukla karakterize bir klinik tablo olduğundan söz eden Prof. Dr. Ahmet Salim Göktepe, kadınların çoğu zaman uyku bozukluğu, kabızlık, adet düzensizliği, baş ağrısı, hafıza ve dikkat problemleri, kol ve bacaklarda şişme, uyuşma ve karıncalanma hissi gibi belirtilerle karşılaştığını dile getiriyor.

3 aydan uzun süren şikayetlere dikkat!
Fibromiyaljiye özgü bir laboratuvar testi olmadığına dikkat çeken Göktepe, fibromiyalji tanısının üç aydan uzun süre yukarıdaki şikayetlerin varlığı ve ağrıları açıklayacak başka bir hastalığın olmaması ile konacağını söylüyor.

Fibromiyalji ağrılarını neler tetikler?
Algoloji uzmanı Göktepe, fibromiyalji ağrılarını nelerin tetikleyebileceği konusunda şunları söylüyor: “Ağrıları tetikleyen etkenlerin başında duygusal stresler gelir. Bunun yanı sıra hava değişiklikleri, ağır iş yapma, enfeksiyonlar, allerjiler, aşırı efor harcama ile osteoartrit ve romatoid artrit gibi kas ve iskelet hastalıkları da ağrıları tetikleyebilir.”

Tedavi yaşam kalitenizi yükseltir!
Fibromiyalji sendromunun ilerleyici olmadığı ve uzun dönemde bu hastalıktan dolayı yaşam süresinin etkilenmediği belirten Göktepe, öncelikle hastanın eğitiminin önemli olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Fibromiyalji öldüren ya da sakat bırakan bir hastalık olmayıp daha çok hayat kalitesini bozması nedeniyle önem taşır. Sürekli ağrılı ve yorgun olmak kişinin kendisi ve çevresi için çekilmez bir durum yaratır. Hastalığın ne olduğu ve ne olmadığı, tedavi seçenekleri ve hastanın kendisinin neler yapabileceği konusunda eğitim verilmesi önemlidir.”

Prof. Dr. Ahmet Salim Göktepe, aşağıdaki tedavi yöntemleriyle birlikte Fibromiyalji hastalığının kesin tedavisi olmadığını; ancak uygulanan tedavi yöntemleri ile hastaların ağrıyı daha az algılamalarını ve yaşam kalitelerini yükseltebileceklerini dile getiriyoer.

-İlaçlar: Ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar, antidepresanlar ve nöropatik ağrı ilaçları kullanılabilmektedir.
-Fizik tedavi ve rehabilitasyon
-Manipülasyon: Ağrısız, ilaçsız iğne tedavisidir.
-Kuru iğne
-Stres tedavisi ve gevşeme
-Düzenli uyku
-Aktivite ve istirahati dengeleyecek bir hayat tarzı
-Egzersiz (yüzme, yürüme ve aerobik egzersizler)
-Dengeli ve sağlıklı beslenme

 

İstanbul Özel Medipol Mega Hastanesi Fizik Tedavi Rehabilitasyon  ve Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Salim Göktepe
İstanbul Özel Medipol Mega Hastanesi Fizik Tedavi Rehabilitasyon ve Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Salim Göktepe

Bilgisayar Başında Çalışanlar Dikkat!

boyun fıtığı

Bilgisayar başında eğilerek çalışma sonucu ortaya çıkan boyun ağrıları, fıtık oluşumunu tetikliyor ve sinirleri baskı altına alıyor, bu ağrılar dikkate alınmadığı takdirde, bacaklarda güçsüzlük ve hatta idrar kaçırmaya varan sağlık problemlerine yol açıyor.

Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Hasan Doğan, hareketsiz yaşamın, masa başında eğilerek çalışanların, boyun ağrıları yaşadığına dikkat çekerek, bu ağrıları hafife almamaları gerektiğini söyledi. Boyun ağrılarının geçirilmesi için bilinçsizce yapılan hareketlerin boyun fıtığına sebep olduğunu, bu fıtığın sinirleri baskı altına alarak, kol ve bacaklarda güçsüzlük,ellerde uyuşma karıncalanma, hareket kısıtlılığı hatta idrar kaçırmaya varan sorunlar yarattığını belirtti. Op. Dr. Doğan; “Microcerrahi ve ameliyatlarla giderilmeye çalışılan, iş rutininde tekrarlanma olasılığı yüksek olan ofis hastalıklarından kurtulmak için ilaç ve cerrahi yöntemlerin dışında, ağrıya neden olan hasar görmüş dokuların, bedenin kendi kendini iyileştirme mekanizmasını harekete geçiren doğal ve kalıcı tedavi yöntemi olan Proloterapi ile iyileştirmek mümkündür” dedi.

Her üç kişiden birinin boyun ağrısı yaşadığı günümüzde, yanlış duruş şekli ve hareketsiz yaşamın tetiklediği fıtık hastalığından, vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını harekete geçirerek kalıcı olarak tedavi sağlayan proloterapi ile kurtulmanın mümkün olduğunu söyleyen Op. Dr. Hasan Doğan, Bir pozisyonda en fazla 20 dakika durduktan sonra iki dakika kadar işe ara vermek ya da başka bir işle ilgilenmek daha doğru olacaktır. Bu sürede sıkışmaya maruz kalan sinirler ve damarlara rahatlama şansı vermiş oluruz” dedi. Masa başında bilgisayar karşısında oturarak çalışan kişilerin, hareketsiz kaldıkları için şekil bozuklukları yaşadığını, bel ağrıları, omurgada eğrilik gibi rahatsızlıklar oluştuğunu belirtti. Bel ve sırt ağrılarının, yanlış tedavi ve ilaçlar sonucu sıklıkla tekrarlanabildiğini vurgularken, rahatsızlıkların nüksetmemesi için önleyici ve kalıcı tedavi olan Proloterapi yöntemini tavsiye etti. Proloterapi Yöntemi ile ağrıya neden olan; zayıflamış, yıpranmış bağ ve dokuların güçlendirildiğini, tekrar eski haline getirildiğini, vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasının harekete geçirildiğini belirtti.

Tedavi Nasıl Uygulanıyor?

Proloterapi’nin yenileme ve onarma anlamına geldiğini söyleyen Op. Dr. Hasan Doğan, 1930 yıllardan günümüze kadar uygulanan Proloterapi’nin özellikle ligamentöz (eklem, kas, iskelet ve bağ doku) problemlerde başarıyla uygulanan bir tedavi metodu olduğunu söyledi. Dr. Hasan Doğan, önleyici ve doğal bir tedavi yöntemi olan Proloterapi’yi şöyle anlattı; “Hasarlı dokuya enjekte edilen ve özel bir içeriğe sahip olan Proliferant solisyon, ağrının kaynağı olan hasarlı bölgede vücudun tamirci hücrelerini aktif hale getirir. Vücudun kendi kendini iyileştirme sistemini devreye sokan bu yöntem sayesinde doğal bir tedavi uygulanmış olur. Proloterapi; zayıflamış ve eski işlevselliğini kaybetmiş eklemleri, kıkırdakları, ligamentleri, kasları ve tendonları güçlendirerek tekrar eski sağlıklı ve güçlü haline getirir ve onarır. Özel bir içeriğe sahip olan Proliferant solisyonunun hasarlı bölgelere enjekte edilmesiyle vücudun artık unuttuğu ve ağrıya neden olan bölgeleri tekrar uyarılarak, bu bölgelerde geçici inflamasyon sağlanarak hasarlı doku üzerinde bir uyarı oluşturulur ve böylece vücut hızla iyileştirici hücrelerin bu bölgeye gelmesini sağlayarak ağrının kaynağı olan hasarlı dokular onarılır ve yenilenir. Bu tedavi ile ağırları ilaç yada cerrahi operasyon ile geçirmek yerine kaynağından yok edilerek, vücut kendi kendini iyileştirmiş olur ” açıklamasında bulundu.

Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Hasan Doğan
Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Hasan Doğan

Kim, neden, niye korkuyor?

Her ülkenin sosyo-ekonomik ve doğal yaşam şartlarına göre değişebilen korkularının, fobi haline getirildiğini söyleyen Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul, fobinin korkulan nesneye ya da olaya aşırı tepki gösterme olduğunu ve Türkiye’de de en çok köpek korkusun fobi haline geldiğini ve birinci sırada yer aldığını söyledi.

Neden Köpekten Korkuyoruz?

Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul, köpek korkusunun diğer hayvan korkularından en önemli farkının, köpeklerin kendilerinden korkulduğunu zaman, korkan kişinin üstüne gitmesi, havlaması, kovalaması ısırmaya çalışması olduğunu belirtti. Bu durumun kişinin korkularını daha çok arttırdığını ve köpek fobisinin kişiler için kâbusa dönüştüğünü söyledi. Dr. Yurdakul;Yapılan araştırmalar, köpek korkusunun daha çok çocukluk çağlarında başladığı ve kız çocuklarında daha fazla görüldüğünü ortaya koymuştur. Köpek tarafından kovalanan, ısırılan çocuklarda olduğu kadar, köpeklerle bir teması olmayan çevresindeki insanların köpek gördüğü zaman korktuğu ortamlarda yetişen çocukların da huzursuz olduğu, yolunu değiştirdiği ya da anne babasının arkasına saklanarak köpeklerden korunmaya çalıştığı saptanmıştır” dedi.

Korkunun Nedeni Nedir?

Korkunun insanı zarar görmekten koruyan bir duygu olduğunu söyleyen Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul, fobilerin basit korku ve kaygılardan temel farkının korkulan şeye verilen çok daha büyük oranda tepki olduğunu söyledi. Örneğin ufak bir hamam böceği gören kişinin, çok büyük korku duymasının göstergesinin, kendisini o ortamdan dışarı atması ve çığlıklarla bağırması olduğunu belirtti. Kalp çarpıntısı, el ve ayaklarda terleme, karıncalanma, nefes alamama, ortamdan kaçma isteği, ağız kuruluğu, bulantı, idrar yapma isteğinin gelmesi gibi fiziksel belirtiler gösterdiğini belirtti.

Köpek Korkusundan Kurtulmak Mümkün mü?

Köpek fobisinin tedavisinde uygulanan birkaç yöntem bulunduğunu, bunlardan birisi olan davranışçı tedavilerle korkuların üzerine gidilerek kurtulmanın mümkün olduğunu belirtenPsikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul; “Davranışçı tedavilerle kişiye önce köpeklerin fotoğrafları gösteriliyor, daha sonra yavaş yavaş köpek olan ortamlara sokuluyor, ardından köpeklere iyice yaklaşması ve en son sevmesine kadar olan süreçte korkuların üzerine gitmeyi öğrenerek, köpekten kaçınma davranışı ortadan kaldırılıyor” dedi.

Fobiler Çoğunlukla İlaçsız Tedavi Edilebiliyor

Fobilerden ilaç ve terapiyle, hem kısa vadede hem de uzun vadede kurtulmanın mümkün olabileceğini belirten Yurdakul, fobilerin tedavisi hakkında şunları söyledi; “Bilişsel ve davranışçı tedaviler fobilerin ortadan kalkması için çok iyi sonuçlar veriyor. Kişinin korku duygusunu ele alması, kaçmayı engellemesi ve korkuyla baş etmesi sağlanıyor. Göz hareketleriyle sistemik duyarsızlaştırma ve düşüncelerin yeniden yapılandırılması ilaç dışında uygulanan tedavi yöntemlerindendir. İlaç gereken durumlarda kısa bir süre ilaç kullanılması yanında bu yöntemlerin uygulanması kısa vadede ilaçların getirdiği iyiliğin devamlılığı ve kişinin kendi korkuları ile kendisinin baş etmesinin sağlanması yönünden etkili olmaktadır” dedi.

Psikiyatrist Dr. R. Sabri Yurdakul
Psikiyatrist Dr. R. Sabri Yurdakul

Yediğimiz ürünlerde neler saklı?

Tükettiğimiz birçok hazır gıda ürününde kullanılan malzemeler bilim-kurgu romanlarından çıkmış gibidir. Peki, bu malzemeler neden kullanılır? Distopik bilim-kurgu romanlarında yiyecekler içinde hep bir şey saklıdır aslında. Normal görünümlü burgerler, kekler içine gizlice yosun ya da bir tür yapay protein konmuştur. Normal yollardan insanlığı doyuracak alan ya da maddi olanak kalmamıştır çünkü.

Yediğimiz ürünlerde neler saklı? yazısının devamı

Göz tembelliğinde erken teşhis önemli

indir

Yapılan araştırmalara göre her 100 kişiden yaklaşık 3’ünde göz tembelliği görülüyor. Bu sebeple göz tembelliği, dünyada önlenebilir görme kaybı nedenleri arasında ön sırada yer alıyor. Liv Hospital Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Acun Gezer göz tembelliğinin küçük yaşta tespit edildiği takdirde tedavisinin mümkün olduğunun ve ebeveynlerin bu konuda hassasiyet göstermesi gerektiğini vurguladı. Göz tembelliğinde erken teşhis önemli yazısının devamı

Türkiye’de bir yılda 500 bin kişi kanser olacak

158814

Ekim ayının, Meme Kanseri Farkındalık Ayı olarak belirlenmesi nedeniyle Türkiye’de meme kanserine dikkat çekmek ve erken teşhisin önemini anlatmak için birçok etkinlik düzenlendi. Okan Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Meme Kanserinde Farkındalık Yaratmak” konferansında konuşan Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Semih Baskan, “2030 yılında tüm dünyada 30 milyon, Türkiye’de ise 500 bin yeni kanser tanısı konulması bekleniyor. Her 8 kadından birinin meme kanserine yakalanma riski var. 35-60 yaş arası risk altında. Kanserden değil geç kalmaktan korkmanız gerekiyor. Erken teşhis hayat kurtarıyor” diye konuştu.

Türkiye’de bir yılda 500 bin kişi kanser olacak yazısının devamı

Çift terapisi ile sorunları aşmak mümkün

bosanma-cift-660x330

Günlük yaşamında birçok insan aile ve birliktelikle ilgili pek çok sorunla karşı karşıya kalıyor. Çift terapileri de çatışmada olan iki insanın etkileşimini değiştirmek için düzenlenmiş bir terapi şeklidir. Liv Hospital Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Asena Akdemir çiftlerin, sıkıntılar kendini göstermeden çift terapisine gidilmesi gerektiğinin üzerinde durdu. Prof. Dr. Asena Akdemir ‘’Sağlıklı olan, sıkıntılar yeni çıkmaya başladığı zaman, baş etme yöntemlerini öğrenmek için terapiye başvurulmalı. Herkes doğru bildiği en iyi şeyi yapmaya çalışıyor. Şunu unutmamalı ilişkilerle yeni başa çıkma yöntemlerini kullanarak, sevdiklerimizle sağlıklı bir iletişim yolu bulmak mümkün’’ dedi. 

Çift terapisi ile sorunları aşmak mümkün yazısının devamı

Böbrek naklinde yeni teknikler yaşam süresini uzatıyor

Bobrek Nakli- Gorsel

Böbrek yetmezliği görülme oranı dünyada ve ülkemizde her geçen gün artıyor. Türkiye’de bu yıl itibarıyla yaklaşık 70.000 kişi böbrek yetmezliği nedeniyle diyalize girerken, bu rakamın önümüzdeki yıllarda 100.000’in üzerine çıkması öngörülüyor. Ortalama insan ömrünün uzaması ve obezite oranlarının artması gibi etkenler her yıl daha fazla insanda böbrek yetmezliği gelişmesine neden oluyor. Memorial Hizmet Hastanesi Böbrek Nakli Merkezi’nden Op. Dr. Mert Altınel, “3-9 Kasım Organ ve Doku Bağışı Haftası” öncesinde böbrek naklinde yeni gelişmeler hakkında bilgi verdi. Böbrek naklinde yeni teknikler yaşam süresini uzatıyor yazısının devamı

Meme kanserinde erken teşhis çok önemli

Meme Kanseri (2)

Kadınlarda çok yaygın bir hastalık olan ve kesin nedeni halen bilinmeyen meme kanseriyle ilgili merak edilenleri, Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Meltem Nalça Andrieu anlattı. Nilüfer, Vahide Perçin, Deniz Uğur, Oya Başar, Serra Yılmaz gibi ünlülerin de atlatmış olduğu meme kanserine her 8 kadından birisinin yakalanacağı belirtilirken, uzmanlar erken teşhisin önemini vurguluyor. Meme kanserinde erken teşhis çok önemli yazısının devamı

Ateş, öksürük ve nefes darlığı MERS belirtisi

Image: novel coronavirus particle, also known as the MERS virus.

Dünya Sağlık Örgütü, 2012 yılında Suudi Arabistan’dan yayılmaya başlayan, tehlikeli ve ölümcül sonuçlara yol açabilen MERS virüsü enfeksiyonlarına karşı üye ülkelerini uyarıyor! Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı doktoru Prof. Dr. Nedim Çakır da, MERS virüsü tehlikesine dikkat çekti. Ateş, öksürük ve nefes darlığı MERS belirtisi yazısının devamı

Bilinçsiz ilaç tüketimi karaciğere zarar veriyor

Haber-Gorsel

Bilinçsiz ilaç tüketimi, protein tozlarının kullanımı ve yanlış beslenme… Bunlar karaciğer yetmezliğine yol açan sebeplerden sadece bir kaçı. Ülkemizde yaklaşık 8-10 bin kişi karaciğer yetmezliği ile mücadele ediyor ve bu hastaların büyük bir çoğunluğu gerekli tedaviler uygulanmadığı için hayatını kaybediyor. Son evredeki karaciğer yetmezliğinde ise tek çözüm karaciğer nakli olarak tanımlanıyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. K. Yalçın Polat “3-9 Kasım Organ ve Doku Bağışı Haftası” öncesinde karaciğer yetmezliği ve alınması gereken önlemler hakkında bilgi verdi. Bilinçsiz ilaç tüketimi karaciğere zarar veriyor yazısının devamı

Tatilde alınan kiloları verme zamanı

????????????????????????????????????????

Tatil dönemi açık büfeler cazibe merkezi oluyor, buna dayanamayan kişiler tatillerde bayramlarda aldıkları kiloları vermek için kış aylarında çok çaba sarf ediyor. Onca rejime ve spora rağmen, yaz sıcaklarında alınan kiloları veremeyenlerin imdadına, soğuk teknoloji yetişiyor.

Tatilde alınan kiloları verme zamanı yazısının devamı

Anne sütü en değerli ilaç

Baby Breast Feeding Emzirme anne sütü

Anne sütü bebek için en sağlıklı besin kaynağıdır. Çocuk ve anne arasında ki en güçlü bağdır. Liv Hospital Yeni Doğan Çocuk Hastalıkları Uzm. Dr. Pınar Boncuk Dayanıklı anne sütünün yararları hakkında merak edilen bütün soruları yanıtlıyor….

Anne sütü en değerli ilaç yazısının devamı

Türkiye canlıdan organ nakillerde dünya ikincisi

Organ Bagisi-Gorsel

Organ bağışı ile tek bir insanın pek çok kişinin hayatını kurtarması mümkün olabiliyor. Ülkemizde yeteri kadar bağışın olmaması ise organ nakli konusunda en önemli sorun olarak gösteriliyor. Türkiye canlıdan canlıya organ naklinde dünya sıralamasında birinci olan Kore’den sonra 2. sırada yer alıyor. . Memorial Şişli Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Koray Acarlı, “3-9 Kasım Doku ve Organ Bağışı Haftası” öncesinde organ nakli ve organ bağışının önemi hakkında bilgi verdi.

Canlıdan nakiller yerine kadavradan bağışların artması gerekiyor

Gelişmiş ülkeler kadavradan organ naklinde ilk sıralarda yer alırken, Türkiye canlıdan canlıya organ naklinde dünyada 2. sırada bulunmaktadır. Ancak organ nakli konusunda başarılı olduğumuzu söylemek için kadavradan nakil sayımızın fazla olması gerekmektedir. İnsanlar yeteri kadar organ bağışına yönlendirilmediği için operasyonlar canlıdan nakillerle gerçekleştirilmektedir.

Her insanın bir gün organa ihtiyacı olabilir

Organ bağışı sayısının az olması ülkemiz insanını rahatsız etmiyor gibi görünüyor ancak herkesin bir gün organa ihtiyacı olabileceğini düşünmesi gerekir. İnsanların bir yakınını kaybetmeleri durumunda organ bağışı konusunda ne düşündüklerini önce kendi kendilerine sormaları çok önemlidir. Bu konuda kişinin sadece organlarını bağışladığını beyan eden bağış kartı taşıması yeterli olmamaktadır. Organlarını bağışlamayı düşünen bireyler aynı zamanda ailelerine de bu konuda vasiyette bulunmalıdır.

Akraba bağlarının kuvvetli olması canlıdan canlıya nakil oranlarını artırıyor

Batılı ülkelerle kıyaslandığında Türkiye’deki akraba bağlarının çok daha kuvvetli olduğu görülmektedir. Canlıdan organ naklinin ülkemizde daha fazla olmasının nedenleri arasında akraba ilişkilerindeki bu bağlılıktan söz etmek mümkündür. Bunun yanında Batılı ülkelerde kadavra sayısı fazla olduğu için canlıdan organ nakline ihtiyaç ülkemizdeki kadar fazla olmamaktadır.

90’lı yıllarda Türkiye’de yılda 3-4 tane karaciğer nakli yapılmaktaydı. Günümüze bakıldığında sayısal anlamda gelişmiş ülkeler seviyesine geldiğimizi görmekteyiz. Çok başarılı nakiller gerçekleştirilmesine rağmen bu durum bizi tatmin etmemekte her yıl binlerce insan hayatını kaybetmektedir.

Türkiye’de organ bağışı oranında artıştan bahsedilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Geçtiğimiz yıllarda ülkemizde sadece 10 tane organ nakli merkezi bulunurken, günümüzde bu merkezlerin sayısı 38’e çıkmıştır. Ancak gerçekçi bir artıştan söz edebilmek için organ nakli yapan merkezlere düşen kadavra sayısının her geçen sene artması gerekir. Bir organ nakli merkezine düşen kadavra sayısı, 20’den 5’e geriliyorsa burada artıştan bahsedilmesi mümkün değildir.

İstanbul’un potansiyeline bakıldığında kadavra sayısının yıllık 200 olması gerekiyor

Organ nakli konusunda belli değerler kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde organ bağışı milyon kişi bazında 20-30 olarak belirlenmektedir. Bu açıdan bakıldığında İstanbul 10 milyon nüfus kabul edilse bile yılda 200 kadavra olması gerekmektedir. Bu neredeyse Türkiye genelinin sayısına yakın bir rakam olarak gözükmektedir.

Organ bağışı konusunda toplumsal bir farkındalık gerekiyor

Organ nakli haftası Türkiye’deki algının da değişmesinin başlangıcı olmalıdır. Yaşlılıkta rahat etmek için gençken para biriktirmek örneğinde olduğu gibi hasta olunca organ bulunacak bir ortamı şimdiden hazırlamamız gerekmektedir. Bu birkaç doktorun ve ilgili birimlerin tek başına altından kalkabileceği bir durum değildir. Sokaktaki insandan, medyaya kadar tüm toplumun destek vermesiyle oluşturulacak ortak bir duyarlılıktır.

Memorial Şişli Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Koray Acarlı
Memorial Şişli Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Koray Acarlı

Toplumsal olaylar paranoyaya sürüklüyor

fear-2 (1)

Psikiyatrist Dr. R. Sabri Yurdakul, artan şiddet olaylarının tek tek kişileri etkilemesinin yanı sıra tüm toplumu etkilediğine, korku ve paranoyaya sürüklediğine dikkat çekti. İnsanın neden ve nereden geleceğini bilmediği korkularının paranoyaya dönüştüğünü, paranoyanın; sürekli tehlikede hissetmenin ve zarar verileceği korkusu yaşamanın dayanılmaz hal alan bir hastalık olduğunu belirtti. Özellikle tüm toplumu etkileyen korkuların dalga dalga yayıldığına vurgu yapan Dr. Yurdakul,Örneğin bir annenin korkusu, giderek eşini, çocuklarını etkiler. Sürekli haberleri dinleyen, nerde ne olmuş takip eden kişi endişeye kapılır ve kendisinin de zarar göreceği duygusu yoğunlaşır. Endişe, korku ve panik ortamının, özellikle şiddet olaylarının içinde kalan bireyi çaresizleştirir. Evinde bile güvende olmadığı düşüncesi korkunun, endişenin büyümesine ve paranoyaya sebep olur” dedi.

Psikiyatrist Dr. R. Sabri Yurdakul, toplum içindeki bireylerin eğitim ve sosyo-ekonomik düzeyi ne olursa olsun korku yaşadığını, kendileri korktuğu gibi, korkmayanların da korkmasını sağladıklarını söyledi. Yaşadıkları topluma güvenmeyen, evlerinde huzurlu olamayan, ülkeyi terk edip gitmek isteyen ve de sürekli endişe halinde olan kişilerin tüm toplumu ve kendi yaşamlarını olumsuz etkilediğine dikkat çekti. Psikiyatrist Dr. Yurdakul, aslında korkunun mantık sınırları içinde kalması gereken ve insanları tehlikeden koruyan bir duygu olduğunu hatırlattı.

Korkunun Paranoya Sınırlarına Ulaşmaması İçin Dikkat Edilmesi Gerekenler 

Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul, insanların yapması gereken temel işin, dikkatli ve mantıklı olarak ortamın tehlikeli olup olmadığına bakmak ve tüm yaşantılarını korku üzerine kurmamak olduğunu söyledi. Korkulan durumların her an her yerden gelebilecek tehlikelere karşı olduğunu belirterek paranoya boyutuna gelmemesi için tavsiyelerde bulundu. Dr. YurdakulTrafiğe çıktığımızda nasıl ki her an gelip araba çarpacak korkusu ile panik içinde araba sürmüyorsak, günlük yaşamda da temkinli olmak ve korkuyu hayatımıza hakim kılmamak gerekir. Sürekli korkuya odaklanmak yerine günlük hayatımızı sürdürmeli, riskli yerlerde kalabalığın olduğu saatlerde bulunmamaya dikkat etmeli ama herkesi de kendi korkularımızla paranoyaya sürüklememeliyiz. Bu konuda basına da sorumluluk düştüğüne inanıyorum. İnsanları uyarmak ile korkutmak arasında sınırın hassas çizgisini onların da mesleklerinin sorumluluk sınırları içinde değerlendirmeleri gerekir. Korkunun yaşantımızı esir almasına izin vermemeliyiz, gerek kişi gerekse toplum olarak” dedi.

Korkular Nasıl Giderilebilir?

Psikiyatrist Dr. R. Sabri Yurdakul, korkunun terapi ile giderildiğini özellikle bilişsel terapilerin bu alanda işe yaradığını, kişinin neden ve niçin korktuğunu fark etmesini sağlayarak, bu korkunun üzerine gidilmesine yönelik yapılan terapilerin korku duygusunu yenmekte başarılı olduğunu söyledi. Yaşanan ya da imgesel korkunun üzerine gidilmesinin, kişiyi gevşetip rahatlattıktan sonra, hayalinde bu korkularla yüzleşmesinin sağlanması gerektiğini vurguladı. Yoğun çalışan kişilerin terapilere zaman ayıramadığını vurgulayarak, online terapilerle korkularını yenebileceklerini söyledi. Online terapinin,  günümüz yaşam koşullarında ihtiyaç duyulan psikiyatrik ve psikolojik tedavileri kolaylaştıran, onları pratik ve kolay ulaşılabilir kılan bir yöntem olarak kullanıldığını belirtti.

Psikiyatrist Dr. R. Sabri Yurdakul
Psikiyatrist Dr. R. Sabri Yurdakul

MERS’le mücadelede en kritik önlem: Hijyen

sfit_py_0405_p11c_6col

Uzun bir süredir ebola virüsüyle mücadele eden dünya son günlerde yeni bir salgın tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Ortadoğu kaynaklı MERS-CoV virüsü, kronik solunum ve akciğer hastalığı bulunan kişiler başta olmak üzere herkesi tehdit etmeye başladı. Yüksek ateş, öksürük ve nefes darlığı gibi belirtilerle baş gösteren MERS’e karşı henüz geliştirilmiş bir aşı bulunmuyor.

Bu nedenle, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) başta olmak üzere tüm sağlık kuruluşları, MERS’le mücadelede en önemli tedbirin, herkesin hijyen kurallarını büyük bir dikkatle uygulamasından geçtiğini belirtiyor. Bu tedbirlerin başında; ellerin sıklıkla ve en az 20 saniye boyunca su ve sabunla yıkanması, suyun bulunmadığı ortamda alkol esaslı dezenfektan kullanılması, ellerin kurulanması, ağız ve burun temizliği gibi durumlarda kağıt mendil/havlu tercih edilmesi, kullanılan kağıt mendil ya da havlunun mutlaka çöpe atılması geliyor. 

Ekim ayına kadar 22 ülkede 877 MERS vakası görüldü

MERS (Middle East Respiratory Sendrome/Orta Doğu Solunum Sendromu), ilk olarak, Suudi Arabistan’da görüldüğü için tüm dünyada bu isimle anılıyor. Hastalığın kaynağı; insanlarda ve hayvanlarda solunum yollarını etkileyen yeni bir beta grubu koronavirüs (CoV). Bu grubun, yine koronavirüslerin neden olduğu 2002 yılında ortaya çıkan ve ölümlere neden olan SARS’tan (Severe Acute Respiratory Syndrome) tehlikeli bir hastalık olduğu da belirtiliyor.

MERS-CoV, ilk olarak 2012 yılında Suudi Arabistan’da ortaya çıktı. 2014 yılının Aralık ayına kadar Ortadoğu, Afrika, Avrupa ve Amerika’daki 22 ülkeden MERS-CoV vakası rapor edildi. WHO istatistiklerine göre ilk kez ortaya çıktığı 2012 yılının Nisan ayından, 2014 yılının Ekim ayına kadar geçen sürede 877 MERS vakası tespit edildi. Bu süre içinde salgının etkilediği hastaların yüzde 36’sı yani 317 kişi yaşamını yitirirdi.

Virüse deve ve yarasalarda rastlandı

MERS-CoV virüsünün kaynağına dair henüz tam ve yeterli bilgi bulunamamış ancak insanda bulunan MERS- CoV virüsüne yakın bir virüs Mısır, Katar ve Suudi Arabistan’da develerden izole edilmiş. Diğer taraftan, hayvanlar arasında yapılan araştırmalarda keçi, koyun ve ineklerde bu virüse rastlanmazken, yarasalarda bu virüsün bulunduğu tespit edildi.

MERS hastalığının belirtileri yüksek ateş, öksürük ve özellikle nefes darlığı. Zatürre öncesi solunum yolu rahatsızlığı gibi belirtiler gösteren MERS vakalarında ishale de rastlanıyor. Hastalık çok ileri aşamalarında solunum yetmezliğine neden olduğundan hastaya suni teneffüs yapılması gerekebiliyor.

Henüz aşı geliştirilemedi, koruyucu önlemler alınıyor

Hastalık insandan insana, virüsü taşıyan hastayla temas sonucu bulaşabiliyor. Kronik solunum ve akciğer hastalığı olan kişilerin çok daha dikkatli olması gerekiyor. Hasta olan bir kişiyle çok yakın temas olmadığı sürece ve gerekli korunma önlemleri alınması halinde insandan insana bulaşmayan MERS’e karşı henüz bir aşı geliştirilmiş değil.

Spesifik testler yapılmadıkça teşhisi mümkün olmayan MERS konusunda, hasta yakınlarının ve sağlık personelinin bulaşmayı önleyici genel sağlık kurallarına dikkat etmeleri çok büyük önem taşıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) halk sağlığına karşı bir tehdit olarak gördüğü hastalığın tedavisinde, şimdilik sadece koruyucu önlemler alınıyor.

MERS’e karşı alınacak önlemler

ABD Hastalık Kontrol Merkezi (Center for Disease Control, CDC) ile Dünya Sağlık Örgütü (WHO), MERS ve solunum enfeksiyonlarına karşı alınması gereken genel koruyucu önlemleri şöyle sıralıyor.

  • Gözlere, ağız ve buruna kirli ellerle dokunulmamalı,
  • Eller su ve sabunla 20 saniye süreyle yıkanmalı,
  • Eğer su ve sabun yoksa alkol esaslı bir el dezenfektan kullanılmalı,
  • El ve yüzün kurutulmasında kağıt havlular kullanılmalı,
  • Öksürürken veya aksırırken, ağız ve burun kağıt mendille kapatılmalı ve daha sonra mendil hemen çöpe atılmalı,
  • Kağıt mendil yoksa el ağıza götürülerek değil, kolla ağzın kapatılması suretiyle öksürülmeli,
  • MERS’e yakalanmış kişilerle yakın temasta bulunulmamalı, bu kişilerin kullandığı bardak, çatal, bıçak gibi eşyalar kullanılmamalı,
  • Pek çok kişi tarafından çok sık dokunulan kapı kolları gibi noktalar sık sık dezenfekte edilmeli,
  • Özellikle Ortadoğu’ya seyahat edecek kişiler genel hijyen kurallarına dikkat etmeli ve hastalık önleyici tedbirleri almalı,
  • Hastalığın yoğun görüldüğü ülkelere seyahat eden kişiler, 15 gün içinde yüksek ateş, öksürük, bariz solunum rahatsızlığı yaşamaları durumunda mutlaka sağlık birimlerine başvurarak MERS-CoV taraması yaptırmalı,
  • Akut solunum yolu hastalıklarının havadaki zerrecikler yoluyla bulaşma riskine karşı gerekirse ağız ve burunu örten maskeler kullanılmalı,
  • Hayvanlara ve hayvansal kaynaklı gıdalara her dokunuştan önce ve sonra eller yıkanmalı,
  • Hasta hayvanlarla doğrudan temasta bulunulmamalı,
  • Gıda ürünü olarak iyi pişmiş ve pastörize edilmiş et ve süt ürünleri tüketilmeli.

Eczacıbaşı Profesyonel güvenle yaşanabilecek hijyenik ortamlar oluşturmak için ev dışı tüketim sektörüne her alanda çözümler sunar. Profesyonellere kişisel hijyen, gelen alanların hijyeni, mutfak hijyeni ve çamaşır hijyeni ürünleri sunan Eczacıbaşı Profesyonel sağlıklı ortamlar oluşturmanın öneminin bilincindedir. Maratem Persona kişisel temizlik ve hijyen kategorisinde yer alan sıvı el sabunu, köpük el sabunu, alkol esaslı el dezenfektanı, dezenfektanlı el sabunu ürünleriyle hijyen standartlarını yükselten Eczacıbaşı Profesyonel aynı zamanda ürün tedarik ettiği işletmelerin her zaman yanındadır ve EP Akademi ile işletmelere eğitim, denetim ve danışmanlık alanında çözümler sunar. EP Akademi, müşterilerin karşılaştığı sorunları etkin, hızlı ve doğru bir şekilde çözmelerine yardımcı olur ve Eczacıbaşı güvencesi ile yüksek standartta temizlik ve hijyen seviyesinin sağlanması için yönlendirir. EP Akademi işletmelere merkezde bir ekip ve bölgelerde de danışman ekipleri vasıtasıyla hizmet vermektedir. EP Akademi 3 yılda 20 farklı uzmanlık alanında yaklaşık 6.500 profesyonele eğitim imkanı sağladı. EP Akademi ve Eczacıbaşı Profesyonel ile ilgili daha fazla bilgi almak için www.eczacibasiprofesyonel.com sitesini ziyaret edebilirsiniz.

 

Artık astigmatlar da lens kullanarak net görebilecek!

WES-BABF00093

Astigmatlı hastalar için yerçekimine en iyi ayak uyduran kontakt lensler ile yeni bir dönem başlıyor… Astigmatlı kişiler görme sorunlarını genellikle gözlük kullanarak çözüyor. Ancak gözlük kullanan hastaların birçoğu hareketli yaşam tarzlarına uygun olmadığı için aslında durumdan pek de memnun değil. Astigmatlılar için hem gözlükten kurtulmak hem de gelişen lens teknolojileri sayesinde daha net ve kaliteli bir görüşe kavuşmak artık mümkün.

Astigmat rahatsızlığı olanlar artık yakın veya uzak tüm mesafelerdeki nesneleri bulanık görme şikâyetlerinden gözlük kullanmadan kurtulabiliyor. Yeni nesil kontakt lensler tasarımları ve son teknolojiyle üretilen materyalleri sayesinde gözde stabil kalarak her türlü hareketinize kolayca uyum sağlıyor. Ayrıca daha fazla oksijen iletme özelliği sayesinde kullanıcılarına ileri düzeyde konfor sunuyor.

Torik kontakt lensler sadece miyop ya da hipermetrop rahatsızlığı olanlar için değil, astigmat hastaları için de büyük kolaylık… Astigmatlı hastaların lens kullanımından beklediği tüm özellikler ACUVUE® marka torik lenslerde bulunuyor.

Net ve stabil görme avantajını sunan lens seçenekleri…

ACUVUE® marka tüm torik lensler, astigmatlıların vazgeçilmezi olan net görüş ihtiyacını göz ve baş hareketlerinden bağımsız olarak karşılıyor. Size sadece bu rahatlığı sunan ACUVUE® kontakt lensler arasından seçim yapmak kalıyor.

Kullan-at lens seçeneği : 1 DAY ACUVUE® MOIST® for ASTIGMATISM

Astigmat kırma kusurunu düzelten günlük kullan-at kontakt lens 1 DAY ACUVUE® MOIST® for ASTIGMATISM, Lacreon® teknolojisi ile lenslere kalıcı olarak gömülmüş ıslatıcı ajanlar nemi tutarak gün boyu konfor sağlıyor. Ayrıca günlük kullan-at lenslerle her gün temiz ve yeni bir çift lense sahip olmak göz sağlığınıza olumlu katkı sağlıyor.

Tekrar kullanılabilir lens seçeneği: ACUVUE® OASYS® for ASTIGMATISM

ACUVUE® OASYS® for ASTIGMATISM, astigmat kırma kusurunu düzelten, tekrar kullanılabilir kontakt lens seçeneği olarak karşımıza çıkıyor. İçeriğindeki özel materyal ile yüksek oksijen geçişi sağlayan ACUVUE® OASYS® for ASTIGMATISM, HYDRACLEAR® PLUS teknolojisi sayesinde göz kapaklarını lensin üzerinden kolayca kaydırdığı için kullanıcıya lens yokmuş hissi veriyor.

Astigmatlı kişiler için gelişmiş teknolojiler kullanılarak üretilen ACUVUE® marka kontakt lensler kullanıcılara sunduğu ekstra koruma, kaliteli görüş netliği ve rahatlık ile hayatın her anını yakalayabilme fırsatı veriyor. Geriye sadece gördüklerinizin tadını çıkarmak kalıyor.

Kontaktlens
Astigmat kırma kusurunu düzelten günlük kullan-at kontakt lens 1 DAY ACUVUE® MOIST® for ASTIGMATISM

 

Yüzde çekilme inmenin işareti olabilir

nme-Gorsel

Bedenin bir yarısında uyuşma, güçsüzlük, karıncalanma, konuşma güçlüğü, çift görme, baş dönmesi gibi belirtilerle ortaya çıkabilen inme (felç), doğru müdahale edilmediğinde kalıcı sakatlıklara ve hayati tehlikeye neden oluyor. İnme geçiren kişinin yakınındaki bireyin çok dikkatli olması ve ilk müdahalenin tam donanımlı bir merkezde yapılması riski azaltarak yaşam kalitesini artırıyor. Memorial Hizmet Hastanesi İnme Akut Tedavi Ünitesi Başkanı Prof. Dr. Reha Tolun, “29 Ekim Dünya İnme Günü” öncesinde inme ve tedavisi ilgili bilgi verdi.

Belirtileri tanıyın ve tedavi için vakit kaybetmeyin

İnmeyi tanıyamamak, belirtiler karşısında tepkisiz kalmak, hızlı hareket etmemek, hastane öncesi süreçte yanlış tedavilere başvurmak ve en önemlisi tedavi amacıyla uygun olmayan sağlık kurumlarına başvurmak inme geçiren hastada tedavi şansının ortadan kalkmasına yol açan en önemli nedenler arasında yer almaktadır. Bu nedenle;

– İnme belirtilerinin bir gün bu olayla karşılaşılabileceği düşüncesi ile bilinmesi gerekmektedir. İnme esnasında hasta yakınının, hastanın kendisini anladığından emin olması önemlidir. Bu nedenle hastadan örneğin dişlerini göstermesi veya gülümsemesi istenebilir. Eğer kişi bunları yaparken yüzü bir tarafa çekiliyor, kolu, bacağı güçsüz duruma düşüyor ise hemen önlem alınması gerekmektedir.

-Belirtiler bir kez görüldüğünde hiç vakit kaybetmeden doktora başvurulması hayati önem taşır.

-İnme belirtileri olan kişiye ilaç kullanımında dikkatli davranılması önemlidir. Aspirin veya tansiyon düşürücü ilaçların verilmemesi gerekir.

İnme geçiren bir kişide ilk olarak tansiyona bakılmalıdır. Muayeneden sonra gerekirse anjiyo yapılmalıdır. Bu nedenle tam donanımlı bir merkezde ilk müdahale gerçekleştirilmelidir. Doktor muayenehanesi, hastane veya sağlık merkezi poliklinikleri, aile sağlık merkezleri ani ortaya çıkan inmenin tedavisi için uygun kurumlar değildir. Uygun olmayan bir kuruma gitmek tedavi şansını büyük oranda ortadan kaldırmaktadır. Pıhtı eritici ilaç ve anjiyografik tedavi yöntemlerinin uygulanabildiği, içinde inme ünitesinin bulunduğu bir hastaneye gidilmesi gerekmektedir.

Tıkayıcı olarak ifade edilen inme, tüm vakaların neredeyse %80-85’ini oluşturmaktadır. Bu tür bir rahatsızlıkta beyin damarı bir pıhtı ile tıkanmakta ve kalpte olduğu gibi beyinde de enfarktüs ortaya çıkmaktadır.

İlk 4,5 saat altın değerinde

Beyin damar tıkanıklıklarına bağlı gelişen inmelerde inme geliştikten sonraki ilk 4,5 saatte toplardamar yoluyla verilebilen bir pıhtı eritici ilaç (trombolitik ilaç) yararlı olabilmektedir. Bu ilaç genellikle ana beyin damar tıkanıklığı değil, beynin küçük damarlarında tıkanıklık gelişmiş durumlarda faydalı olmaktadır. Ana beyin damarında bir tıkanıklık görülmüş ise tedavinin anjiyografik yolla yapılması gerekmektedir. Kanamaların ve tıkanmaların %85 – 90 oranında nedeni, aşırı kilo, stres veya genetik faktörler olarak sıralanmaktadır.

 

Memorial Hizmet Hastanesi İnme Akut Tedavi Ünitesi Başkanı Prof. Dr. Reha Tolun
Memorial Hizmet Hastanesi İnme Akut Tedavi Ünitesi Başkanı Prof. Dr. Reha Tolun

Ergenlik sivilceleri ile nasıl baş edilir?

How-to-Get-Rid-of-Pimples-Overnight-with-3-Effective-Methods

Ergenlik döneminde alabileceğiniz küçük önlemlerle gelecekte pırıl pırıl bir cilde sahip olarak yetişkinliğe adım atabileceğinizi biliyor muydunuz? Bu dönemde cildinizin bakımı için yapabileceklerinizden, beslenme alışkanlıklarınıza kadar merak edilen tüm soruların yanıtlarını Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Funda Ataman’dan öğrendik…

Ergenlik sivilcesi nedir?

Ergenlik sivilcesi derinin artmış yağ salgısı sonrası yağ bezlerinin iltihaplanmasıdır. Bu iltihaba neden olan bakteri herkesin cildinde vardır. Ancak yağ salgısının fazlalığı ve de yağ içerisindeki değişiklikler bu bakterinin çoğalmasına neden olur.

En sık hangi yaş döneminde görülür?

En sık 14-16 yaş arasında görülen akne erkek çocuklarda daha çok görülür. Ergenlik çağındaki çocukların 10’da 1’inde şiddetli akne olur. Kızlarda ergenlik sivilcesi daha küçük yaşlarda ortaya çıkar. Bu kızların ergenliğe daha erken girmesine bağlıdır. 25 yaş sonrası görülen geç akne kadınlarda daha sıktır. 

Akne oluşumunda genetik faktörün etkisi var mı?

Aknede genetik faktörler etkendir. Anne, baba, abla ve ağabeyinde sivilce olanlarda, akne görülme riski fazladır. Eskimolarda, Japonlarda, siyah ırkta, beyaz ırka göre sivilce daha azdır. Ancak temel olarak balık ile beslenen Eskimolar ve Japonlar batı tarzı beslenmeye geçtiğinde sivilceleşme oranı artmıştır.

Akne oluşumu nasıl başlar?

Yağlanan deride önce komedon denilen siyah ve beyaz yağlı kabarıklıklar ortaya çıkar. Sıkıldığında kurtçuk şeklinde uzar. İlk belirtiler alında başlar, sonra yanaklar, burun, çene, boyun, nadiren gövde hatta kalça bölgesine yayılır.

Akne’nin olumsuz etkileri nelerdir?

  • Kişide utanma duygusu uyandırabilir. Okul, iş ve özel hayatındaki ilişkilerinde sıkıntılara yol açabilir.
  • Kaşıntı, yanma, ağrı, kanama gibi rahatsız edici tablolar olabilir.
  • Kalıcı leke ve nedbeleşme en istenmeyen durumdur.

Beslenme şekli akne oluşumunda etkili midir?

Diyetin akne üzerindeki etkisi tam belirlenememişse de kalori alımının azaltılmasının ve fazla kilolardan kurtulmanın akne tedavisinde başarıyı artırdığı görülmektedir. Gençlerin genel büyüme ve gelişmelerini de olumlu etkileyecek dengeli protein, yağ, karbonhidrat, vitamin almaları, yeterli meyve ve sebze tüketmeleri, balık tüketimlerini artırmaları daha doğrudur.

Akne oluşumu hangi dönemlerde daha çok artar ve neler akne oluşumunu tetikler?

Kadınlarda adet öncesi alevlenme beklenir. Terleme, nemli iklim, yemek pişirilen sıcak ortamlarda çalışmak akneyi artırır. Fast-food restoranlarda çalışan gençlerde, örneğin sürekli patates kızartanlarda sivilceler şiddetlenir. Kontrollü bir güneş ve deniz banyosu akne üzerinde genellikle olumlu etki gösterir. Sigaranın akne şiddetini artırdığını gösteren çalışmalar vardır. Deriye sürülen yağlı kozmetikler pomad akne denilen bir sivilcelenmeye neden olur.

Nasıl tedavi edilir?

Ergenlik sivilceleri 4-6 yıl devam eder. Bazen 40’lı yaşlara kadar sürebilir. Tedaviye başlayan kişilerin bunun uzun süreceği konusunda bilgilendirilmeleri gerekir. Hafif aknelerde cildin aşırı yağını temizleyici ve bakteri üremesini engelleyici ürün kullanılması çoğu kez yeterlidir. Ancak hekzaklorofen içeren antibakteriyel sabunların kullanımı deterjan akne denilen özel bir sivilceye neden olur. İkinci aşamada ciltteki yağ salgısını azaltan krem, jel, losyonlar kullanılır. İyileşme olmazsa, yerel antibiyotikler, ağız yoluyla antibiyotikler, doğum kontrol hapları denenebilir. En dirençli ve şiddetli akne formunda ise A Vitamini türevi kapsüller kullanılmaktadır. Ayrıca akne tedavisi gören kişilerin hekimlerinin kontrolünde vitamin almaları, yeterli sebze-meyve tüketmeleri ve daha fazla balık yemeleri gerekir. Akne tedavisinde hemen her yöntemde deride kuruma, kızarma, kaşıntı ve tedavinin ilk günlerinde sivilcelenmede artış beklenir. Bu durumun yan etki veya alerji olmadığı konusunda hastalar bilgilendirilmelidir. Yine en etkili ve uzun tedavilerden sonra bile sivilceler tekrarlayabilir. Akne geçtikten sonra kalan izler için kimyasal soyma, lazer, dermaroller, dermabrazyon gibi işlemler uygulanabilir. Uzun ve zor akne tedavisinin amacı gençleri bir ömür sıkıntıya sokacak iz ve lekelerden korumaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 Banu BİCAN
Kurumsal İletişim Müdürü
Hisar Intercontinental Hospital
T: 0216 524 13 00 (dahili 3059)
E-Mail:bbican@hisarhospital.com
 Özlem ÖZEN
Kurumsal İletişim Müdür Yardımcısı
Hisar Intercontinental Hospital
T: 0216 524 13 00 (dahili 2169)
GSM: 0 533 207 89 03
E-Mail:oozen@hisarhospital.com

 

 

Bu stent damarda eriyor

stent.span

 

Kalp damarlarının açık kalmasını sağlayan stentlerin eriyerek vücutta kaybolanları son yıllarda tıp alanında kullanılmaya başlandı. Eriyen stentler, metal stentler gibi ömür boyu hastanın damarında kalmıyor. Damar içinde ilk 6 aydan sonra erimeye başlayan ve iki yılda tamamen kaybolan eriyen stent ile kalp damarlarının yapısı bozulmuyor. Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alp Burak Çatakoğlu eriyen stentin avantajlarını anlattı.

Damar tıkanıklığı hangi hastalıklara yol açar?

Damar tıkanıklığı kalp krizlerine, kalp yetmezliğine, ritim düzensizliklerine ve ölüme yol açabilir. Damar tıkanıklığı ve darlıkları günümüz teknolojisi ile erken evrelerde teşhis edilebilir. Kardiyoloji uzmanları hastaların risk profiline göre, tedaviye erken dönemlerde başlayabilmekte, pek çok gelişmiş tetkik yöntemi ile hastalığın ciddiyetini belirleyebilmektedir.

Damar tıkanıklığı tedavisinde stent ya da bypass

Kalp-damar hastalığı şüphesi olan veya teşhisi kesinleşmiş hastalarda en sık uygulanan üç tedavi yöntemi vardır. Bunlardan ilki ilaç tedavisidir. Günümüzde pek çok modern ilaç ile risk faktörleri ve hastalık kontrol altına alınabilir. Ancak pek çok hastada ilaç tedavisi tek başına yeterli değildir. Kalp damarlarında darlık belirli bir ciddiyetin üzerindeyse, mekanik olarak kan akımı bozulduğu için, kanlanmanın ve oksijenlenmenin yeniden normale döndürülmesi de bu sorunun mekanik olarak çözülmesi ile mümkün olmaktadır. Bu noktada iki tedavi yöntemi öne çıkmaktadır: Bypass ameliyatı ve stent uygulamaları. Eskiden koroner bypass ameliyatı dışında bir tedavi seçeneği olmayan koroner arter hastalığı ilk kez 1977 yılında İsviçre’de “balon anjiyoplasti” denilen ve koroner damarın içinde sıvı dolu bir balon şişirerek tedavi edilmeye başlandı. 1988 yılında metal stentler keşfedildi ve işlemler balon anjiyoplasti sonrası uygulanan stentler ile kombine edildi. Böylelikle işlem başarıları arttı. Ancak stent içinde gelişebilen yeniden daralmaların azaltılması gerekiyordu. Stent tasarımları modernleştirildi ve 2001 yılında ilk ilaç salınımlı stent yerleştirildi. Tüm bu süreç içerisinde işlem başarıları kademeli olarak arttı ve yeniden daralmalar azaldı. Bugün ise en yeni teknoloji ilaç salınımlı eriyebilen stentlerdir.

Eriyen stent nedir?

Eriyen stent, tasarım olarak ilaçlı metal stentlere çok benzemekle birlikte ham maddesi paslanmaz çelik değil, PLLA denilen bir polimerdir. Kalp damar hastalığını tedavi edebilecek dayanıklılıkta tasarlanmış olan bu stentler üzerinde ihtiva ettikleri ilaç sayesinde, damar yüzeyindeki darlık oluşturan plakların damarı yeniden daraltmasını önleyebilir. Damar açılıp tedavi edildikten sonra, 2-3 yıl içinde biyolojik olarak tamamen kaybolur ve yerleştirilmiş olduğu damarın sağlıklı ve yabancı materyalden bağımsız kalmasını sağlar. Kırık tedavi olduktan sonra alçı ile yaşamak zorunda değilsiniz, görevi tamamlandığında alçı alınır. Eriyebilen stentleri alçıya benzetmek yanlış olmaz.

Hangi durumlarda kullanılabiliyor?

Günümüzde metal veya ilaçlı metal stentlerin kullanılabildiği hemen tüm hastalarda eriyebilen stentleri kullanmak düşünülebilir. Bazı hastalarda ise ek avantajları vardır. İlk kez stent kullanılacak hastalar için önerilir. İleride aynı bölgeye bir tedavi girişimini kolaylaştırır. Özellikler genç hastalar daha çok fayda görür. Gelecekte işlem tekrarı ihtimali yüksek olan hastalara tercih edilmelidir. Risk faktörleri olan hastalarda yeniden daralma ve tedavinin tekrarı göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla metal stentlerin üzerine yeniden metal stent uygulamak hatta bazen 3. kez stent uygulamak gerekebilir. Özellikle şeker hastalığı, hipertansiyon, sigara, kolesterol yüksekliği ve ailede kalp hastalığı öyküsü olması bu ihtimali arttırır. Stent konulan hasta bölgenin takibinde standart anjiyografi yerine koroner tomografi kullanılabilir, dolayısıyla hasta konforu ve emniyeti artar. Metal alerjisi olan hastalara metal stent uygulanması tekrar daralma olasılığını arttırır. Koroner bypass ameliyatına uygun yapıda olmayan ince yapılı damarlara ve uzun hastalıklı bölgelere uygulanması mümkündür.

Eriyen stentlerin avantajları nedir?

  • Koroner damarın stente ihtiyacı kısa sürelidir. Görevini tamamladıktan sonra damarda kalmasının bir avantajı yoktur.
  • Stent eridikten sonra geriye normal fonksiyonlu bir damar yapısı kalır. İleride yapılacak tedavilere engel oluşturmaz.
  • Bazen stentli bölgeye yeniden stent koymak veya bypass operasyonu gerektiğinde zorluklar az da olsa yaşanabilir.
  • Kan sulandırıcı kullanım süresi azalır.
  • Metal stent konulan bölgenin tomografi ile incelenmesi mümkün değildir. Halbuki eriyebilen stent konulan damarlar koroner tomografi ile görüntülenme şansına sahiptir. Yaşam kalitesini arttırır.

ÖNERİLERE UYUN, DAMAR TIKANIKLIĞINDAN KAÇININ

  • 40 yaşın üzerindeki erkekler ve menopoz sonrası kadınlar düzenli kalp kontrolleri yaptırmalı.
  • Anne, baba veya kardeşlerde kalp hastalığı olan, sigara içen, şeker hastalığı olan, hipertansiyon veya kolesterol yüksekliği olan kişilerde kalp-damar hastalığı riski artmış olduğu için tetkik ve değerlendirmelerin daha titizlikle ve belli aralıklarla yaptırmalı.
  • Sebze, meyve ve balık tüketilmeli.
  • Süt ürünlerinin yağsız olanları tercih edilmeli.
  • Sıvı yağ kullanılmalı, trans-yağlardan kaçınılmalı.
  • Günde üç öğün yemek yenilmeli, porsiyonlar küçültülmeli ve ara öğünler eklenmeli
  • Haftada 5 gün normal tempoda yarım saat yürüyüş yapılmalı
  • Uzman tavsiyesi ile reçete edilen ilaçlar düzenli olarak kullanılmalı
  • Belirti ve şikayetler oluştuğunda zaman kaybetmeden kardiyoloji hekimine başvurulmalı
  • Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alp Burak Çatakoğlu
    Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alp Burak Çatakoğlu

Kadınlar utandığı için bu şikayetlerle doktora gitmiyor

shy

Lokman Hekim Sincan Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kemal Yandakçı, meme ağrısı yaşayan kadınların genellikle kanser olduğunu düşündüğünü belirterek, ‘’ Kanser hastalarında genellikle meme ağrısı görülmez. Kanser genellikle sert, ağrısız, düzensiz bir kitle ile başlar. Kanserde ağrı ancak hastaların % 15’inde görülür’’ dedi.

Op. Dr. Kemal Yandakçı, ülkemizde bayanların meme, hemoroid ve kadın doğum muayenelerinden utandığını ve çoğu zaman bu nedenle hekime gitmediğini ifade ederek, ‘’Hekimler için hastaların organları arasında bir fark yoktur’’ şeklinde konuştu.

Lokman Hekim Sincan Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kemal Yandakçı, meme ağrısı, nedenleri ve tedavisine ilişkin şu bilgileri verdi: ‘’Meme Ağrısı, kadınların %70’inin ömrü boyunca bir şekilde karşılaştığı bir yakınmadır. 30-50 yaş arası kadınlarda oldukça yaygındır. Meme ağrısı tek veya çift taraflı olabilir ve meme ağrısını tarif eden kadınların önemli bir kısmı, bu durumun adet düzeniyle ilişkili olduğunu bilerek, bir bulgu olarak kabullenmişlerdir. Ancak %10-20‘lik bir kesim, şiddetli ağrıyı tarif ederek, günlük iş ve cinsel aktivitelerinin kısıtlandığından ve bu durumun kendilerini depresyona sevk ettiğinden şikayetçidirler. Adet düzeniyle ilişkili olan ağrılar bazen çok şiddetli olabilirler. Meme ağrısı yaşayanların yaklaşık 1/3’ü bu şikayetle doktora başvurma gereği hissetmişlerdir.
Adet düzeniyle ilişkili olan ağrıların nedeni henüz kesin olarak bilinmemektedir. Ağrının adet düzeniyle birlikte ortaya çıkması, memelerde şişme, hassasiyet olması ve menopoz ile ağrı şikayetlerinin gerilemesi, kadınlık hormonu olan östrojen etkisine bağlı olduğuna dair delilleri kuvvetlendirmektedir.

Kanser hastalarında genellikle meme ağrısı görülmez. Kanser genellikle sert, ağrısız, düzensiz bir kitle ile başlar. Kanserde ağrı ancak hastaların % 15’inde görülür. Meme ağrıları dört ana grupta sınıflandırılabilir. Bunlar adet düzeniyle ilişkili olan ağrılar, adet düzeniyle ilişkili olmayan ağrılar, göğüs duvarı ağrıları ve göğüs duvarı dışı ağrılardır.

Adet düzeniyle ilişkili olan ağrılar:
Genelde 30’lu yaşlardaki kadınlarda sık görülür. Genelde 3-7 gün süren adet öncesi memede gerginlik, şişme ve hassasiyet şikayeti ile kendini gösterir. Ağrı genelde iki taraflıdır ve hastalar dokunmakla memenin hassas olduğundan da şikayet ederler ve ağrı genelde memenin üst dış bölümünde daha çok hissedilir. Ağrı koltukaltına ve üst kola da yayılma eğilimindedir. Ağrının şiddeti her adet döneminde değişmekle beraber, yıllarca ısrarla süren ağrı olarak tarif edilebilir. Menopoz ile tipik olarak ağrılar ortadan kalkar. Ağır eşya kaldırma ve kolu zorlama gibi fiziksel aktiviteler ağrıda artışa neden olur.

Adet düzeniyle ilişkili olmayan ağrılar:
Menstrüel döngüden bağımsız ve hem menopoz öncesi hem de menopoz sonrası kadınlarda gözlenebilen ağrı şeklidir. Ağrı genelde yanma şeklinde tarif edilir. Altta yatan neden hassas bir meme kisti, iltihap, çarpma olabileceği gibi, çoğu zaman ağrıyı açıklayacak bir neden gösterebilmek oldukça güçtür. Genelde çay, kahve, kola, çikolata gibi kafeinli gıda alımı, sigara ve alkol tüketimi ve stresle ilgilidir.

Göğüs Duvarı Ağrısı:
Kas-iskelet sisteminden köken alan ağrı çoğu zaman tek taraflıdır ve ağrının tariflendiği alana bası uygulamakla ağrı artar. Memede tariflenen bıçak saplanması veya batma tazındaki ağrılar, çoğu zaman kas-iskelet sisteminden kaynaklanan ağrılar olup bölgenin komşulukları nedeniyle meme ağrısı olarak kadınlarca tariflenmektedir. Bu şikayetlerle başvuran hastalarda sinir kök ağrıları ve kaburga ağrıları da araştırılmalıdır.

Göğüs Duvarı Dışı Ağrı:
Bu grup ağrılar kas-iskelet sistemi dışında safra kesesi taşı veya kalp kökenli ağrıları içermekte olup memede ağrı şikayetiyle başvuran hastalarda batın muayenesi ve kalp ile ilgili hikaye de dikkatle alınmalıdır.

Ne yapmalı?
Mutlaka bir genel cerrahi uzmanına başvurarak muayene olmalıyız. Ülkemizde bayanlar meme, hemoroid ve kadın doğum muayenelerinden utanmakta ve çoğu zaman bu nedenle hekime gelmemektedirler. Hekimler için hastaların organları arasında bir fark yoktur. 40 yaş altı bayanların meme muayenesi ve meme USG yaptırmaları, 40 yaştan sonraki bayanlarda ise 70 yaşa kadar her 8 kadından birinde gelişebilecek meme kanser riski nedeni ile yılda bir 70 yaştan sonra iki yılda bir meme USG ve mamografi yaptırmaları gereklidir. Muayene ve tetkiklerinde sorun saptanmayan hastalara kafein içeren gıdaların azaltılması, sigara ve alkolden kaçınılması, spor yapılması, sağlıklı beslenme koşullarına uyulması ve stresten uzak durması önerilir. Buna rağmen ağrıları devam eden hastalarımıza ağrı seviyelerine göre ilaç tedavi seçenekleri vardır. ‘’

Lokman Hekim Sincan Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kemal Yandakçı
Lokman Hekim Sincan Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kemal Yandakçı

 

Beslenme bozukluğu kulak çınlatıyor

Remedios-caseros-para-la-infeccion-de-oidos-1

Halk arasında “Sağ kulak çınlarsa biri sizi iyi anıyor, sol kulak çınlarsa birileri hakkınızda kötü konuşuyor” diye bilinir. Oysa uzmanlar, kulak çınlamasının anevrizmadan, beyin tümörlerine hipertansiyondan, beslenme bozukluğuna hatta depresyona kadar pek çok hastalığın habercisi olabileceğini söylüyor. Çinko, B12 ve magnezyum gibi vitamin ve minerallerin kulak çınlamasına neden olabileceğini söyleyen Medical Park Göztepe Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Yalçın Özsoy, uzun süren ve sık yaşanan kulak çınlamasının ciddiye alınması gerektiğinin altını çiziyor. Op. Dr. Yalçın Özsoy, şu uyarılarda bulunuyor:

Kulak çınlaması altta yatan bir sebep olup olmadığı tespit edilemediği sürece tehlike sinyali olarak kabul edilmelidir. Çınlama dış ortamda ses kaynağı olmadan ses algılanmasıdır. Kulak çınlaması bir hastalıktan ziyade bir belirtidir. Bazı olgularda altta yatan hastalığı erken teşhis etmede önemli rol oynar. Çoğu kez bir kulak hastalığı gibi düşünülse de altta yatan birçok kulak dışı hastalığın belirtisi de olabilir.

ÇİNKO VE B12 EKSİKLİĞİ ÇINLAMA YAPIYOR

Bunların başında damar sorunları gelir. Hipertansiyon ve damar sertliğinde, kulak çınlamalarına rastlayabiliyoruz. Yaşla birlikte artan damar sertliği, özellikle yüksek kolesterolün damarlarda yarattığı birikim iç kulak kanlanmasını bozarak çınlama yapabilir. Yine yüksek tansiyonu artıracak stres, alkol, kafein ve sigara iç kulağın bozulmasına ve çınlamaya sebep olur. Bunun dışında orta kulak ile ilgili bazı hastalıklarda kulak çınlamaları görülebilir. Hatta bazı iç kulak ve beyne giden kulak sinirlerine ait tümörlerde de yani bir çeşit beyin tümörü diyeceğimiz tümörlerde ve anevrizmada kulak çınlamasını ilk belirti olarak görebiliyoruz. Beslenme bozukluğu yani çinko, magnezyum, B12 vitamini eksikliği de kulak çınlamasının nedeni olabilir.

ASOSYALLİK KULAK ÇINLAMASINI ARTIRIYOR

Migren, epilepsi, stres veya azalmış sosyal faaliyetler, anksiyete ve depresyon çınlamanın daha fazla algılanmasına neden olur. Bazı ilaç ve antibiyotikler de çınlamaya yol açabilir. Bazı durumlarda çınlama işitsel halüsinasyonlarla karıştırılabilir. Ancak işitsel halüsinasyonlar genellikle psikiyatrik hastalıklarda görülen bir durumdur ve konuşma sesleri, müzik sesi gibi daha anlamlı ve karmaşık seslerdir. Çınlama, hastalar tarafından çınlama, uğultu, vızıltı ve buhar sesi şeklinde ifade edilen anlamsız seslerdir.

HAFTADA EN AZ BİR KEZ 5 DAKİKA ÇINLIYORSA DİKKAT!

Yüksek gürültü sonrasında birkaç dakika süren geçici çınlama normal kabul edilir. Ancak en az 5 dakika süren ve haftada bir kez olan çınlama ise patolojik olarak kabul edilir. Nedeni kesin ortaya konamayan ve 6 aydan daha uzun süren çınlama kronik olarak kabul edilir. Sadece hasta tarafından algılanan çınlamaya subjektif çınlama; hasta ve muayene edenin de duyabildiği çınlamaya objektif çınlama denir. Objektif çınlama veya solunumla beraber hissedilebilir.

ÇINLAMA YAŞLA BİRLİKTE ARTIYOR

Kulak çınlamasının toplumda görülme sıklığı yüzde 15’tir. Çocuklarda çok nadir görülür. Yaşla birlikte artış eğilimi gösterir. Çınlama erkek ve kadınlarda eşit oranda görülür ancak kadınlarda daha da şiddetli algılanmaktadır. Çınlama nedeni ile tedavi arayışı içinde olan hastaların yüzde 80’i 40 yaş üzerindedir. Tedaviden önce altında yatan nedenlerin tespit edilmesi önemlidir. Altında patolojik bir sorun yoksa magnezyum; Çinko gibi mineraller, B vitaminleri, akupunktur gibi tedaviler uygulanabilir.

ALKOL VE KAFEİNİ AZALTIN

Altında patolojik bir neden yoksa yüksek gürültüden korunmak, stresten uzak durmak, yeterli miktarda uyumak, alkol, sigara ve kafein alımını azaltmak, sessiz ortamdan kaçınmak çınlamayı ortadan kaldırabilir. Sürekli arka fon sesi olan ortam yaratmak, çınlamadan ilgiyi uzaklaştıracak aktivitelerle meşgul olmak da çınlamayı daha az hissetmenizi sağlar. Kas gevşetici egzersizler gergin stresli olan çınlama hastalarında faydalıdır.

Medical Park Göztepe Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Yalçın Özsoy
Medical Park Göztepe Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Yalçın Özsoy

Türkiye, immüno-terapinin merkezi olmaya aday

dd74ce53f385e6d38feff1974f73d0f0

Türkiye, “kanserde bağışıklık artırıcı tedavi” olarak bilinen immüno-terapi yönteminde, çevre ülkeler için cazibe merkezi haline gelmeye başladı.

İmmüno-Onkoloji Derneği’nden yapılan açıklamaya göre, akciğer kanserinde uygulanan yeni yöntemler, Ortadoğu ve Kafkaslardan gelen hekimlerin katıldığı kongrede ele alındı.

Kongrede konuşan derneğin Genel Sekreteri Prof. Dr. Uğur Coşkun, 2009 kanser istatistiklerine göre, Türkiye’de her yıl yaklaşık 98 bin erkek ve 63 bin kadının kansere yakalandığını belirtti.

Erkeklerde en sık akciğer ve prostat konseri görüldüğünü aktaran Coşkun, “Türkiye’de 2009’da yaşa standardize edilmiş kanser hızı 100 bin kişide erkeklerde 269,7, kadınlarda ise 173,3’tür. Sağ kalım süresi incelenen kanserler içinde en kötü olan ve hastaların yarısının ileri evrede teşhis edildiği türü, akciğer kanseri. Yaklaşık 235 bin kanser vakasının içinde akciğer kanseri hastası olanların sayısı 56 bin kişi” bilgilerini verdi.

Coşkun, immüno-terapinin sağlık turizminde Türkiye’ye katkı sağlayacağını belirterek, 2015’te gelen hasta sayısının artacağını kaydetti.

Kafkas ülkelerinde 100 bin kişiden 30,7’sinde akciğer kanseri görüldüğünü anlatan Coşkun, bu oranın Afrika’da 17,1 olduğunu aktardı. Coşkun, standart kemoterapiler yanında gelecek 10 yılda immüno-terapilerin kullanımının artacağı öngörüsünde bulunarak, “Kanser tedavisi alanında Türkiye’ye Romanya, Bulgaristan, Azerbaycan, Rusya ve Irak’tan hastalar gelmektedir. 2012 verilerine göre Romanya’dan bin 748, Bulgaristan’dan bin 489, Azerbaycan’dan 534, Irak’tan 377 ve Libya’dan 321 hasta onkoloji alanında tedavi için Türkiye’yi tercih etmiştir” ifadelerini kullandı.

Anadolu Sağlık Merkezi’nden Prof. Dr. Necdet Üskent, immüno-terapi ve güncel terapatik seçenekler konularında dünyada yapılan çalışmalardan bahsetti.

Akciğer kanserindeki güncel yaklaşımları, yeni hedefe yönelik ilaçlar immüno-terapi ve aşılama stratejileri olarak sıralayan Üskent, “T Hücre bloğunu kaldıran yeni ilaçlar sağ kalıma önemli katkılar sağlıyor. Ayrıca küçük hücreli olmayan ve onkojen bağımlısı olmayan akciğer kanserlerinde geliştirilmiş gangiojid tipi bir aşının ilk çalışmalarının başarılı olmuş ve seçilmiş hastalarda kemoterapi sonrası yanıt varsa veya hastalık stabil seyrediyorsa sağ kalımı, aşı almayanlara göre 3 kat daha uzatmıştır. Bu konuda 1086 hastalık doğrulama çalışması devam etmektedir” değerlendirmesinde bulundu.

Antibiyotikten önce el temizliğine dikkat

371645

Sağlık Bakanlığı, gribe karşı el temizliğine dikkat edilmesi konusunda uyardı. Sağlık Bakanlığı, özellikle grip mevsiminin başladığı, MERS şüphelilerinin ortaya çıktığı dönemde hem hekimlere hem de topluma yönelik önlemleri hayata geçirmeyi planlıyor.

Antibiyotikten önce el temizliğine dikkat yazısının devamı

Güvercin ve kunduracı göğüsleri düzeltilebiliyor

 Kunduracı göğsü ameliyat öncesi ve sonrası görünümler.

Göğüs duvarı şekil bozuklukları, kişilerin normal yaşamlarını kısıtlamasa da ilerleyen yaşlarda sağlık problemleri ve psikolojik sorunlara yol açabiliyor. Göğüs ön duvarında göçük ya da çıkık olarak görülen şekil bozuklukları ameliyatla normale dönüyor. TOBB ETÜ Hastanesi’nden göğüs cerrahisi uzmanı Doç. Dr. Mehmet Dakak, doğum sonrası belirginleşen veya 1 yaşında ortaya çıkan göğüs ön duvarı şekil bozukluklarının 5 gün gibi kısa bir sürede tedavi edildiğini söyledi.

KALBİN YERİ DEĞİŞEBİLİR…

Göğüs ön duvarı şekil bozukluklarının ‘kunduracı göğsü’ (içe doğru çökük) ve ‘güvercin göğsü’ (dışa doğru çıkık) olarak iki ana başlıkta incelendiğini belirten Doç. Dr. Dakak, zamanla ciddi sağlık sorunlarına yol açabilecek şekil bozuklukları ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Kunduracı göğüsü (Pectus excavatum) ve güvercin göğsü (Pectus carinatum) en sık rastlanan kalıtsal göğüs ön duvarı şekil bozukluklarıdır. Toplumda yüzde 0,01-0,1 sıklıkta görülür ve ülkemizde en sık Batı Karadeniz Bölgesi’nde rastlanmaktadır. Kunduracı göğsü şekil bozukluğunda göğüs kafesi hacmi azalacağı için  egzersiz kısıtlaması ve nefes darlığı oluşabilir. Bazı hastalarda kalbin yer değiştirmesine bağlı olarak kalp kapakçıklarında kaçaklar oluşabilir. Bu bulgular güvercin göğsü şekil bozukluğunda gözlenmez.

AİLE GEÇMİŞİNDE RASTLANIYOR…

Göğüs ön duvarı şekil bozukluğuna yol açan sebepler tam olarak bilinmemektedir. Genetik faktörlerin rolü de muhtemel etyolojik faktörler arasında sayılmaktadır. Hastaların yüzde 35’inin ailesinde göğüs ön duvarı şekil bozukluğu öyküsü vardır.

Şekil Bozukluğu doğumdan itibaren belirgin olabilir veya doğumdan bir yıl sonra ortaya çıkar ve ilerleme eğilimi gösterir. Genellikle 7 – 9 yaşlarında stabil hale gelir. Olguların çoğunda çöküntü sternumun gövde kısmındadır ve derinlik ksifoid seviyesinde maksimum düzeydedir. Ksifoid çıkıntı rudimeter,  sternum( göğüs ön duvarı kemiği) altında, ayrık, dönmüş ya da bir tarafa kaymış olabilir.

Genellikle ilk iki kaburganın çöküntüye katılmaları nadirdir. Deformite santralize ya da asimetrik olabilir. Asimetrik olgularda çöküntü daha çok sağ tarafta görülür ve sternumun uzun ekseni etrafında sağa rotasyonu olaya eklenir.  Bu tip deformitesi olan kızlarda sağ memenin diğerinden daha küçük oluşu görülebilir. Şiddetli pektus ekskavatum olgularında çöküntü çok derindir ve sternum omurgaya değebilir,

GÖRÜLME SIKLIĞI YÜKSEK…

Pektus ekskavatum deformitesine genel popülasyonda 300 doğumda bir rastlanmaktadır. Erkek/kadın oranı 3/1’dir.  Semptomlar deformitenin derecesiyle ilgilidir, hafif deformiteler genellikle asemptomatiktir. Daha ileri deformitelerde eforla gelen göğüs ağrısı, çarpıntı, hareket kısıtlılığı görülebilir. Mitral kapak prolapsusu bu olgularda semptomların sebebi olabilir ve olguların yüzde 15’inde görülür.

Pektus ekskavatumlu çocuklar genellikle ince ve yassı göğüslü, hafif kambur duruşludur. Olguların dörtte birinde skolyoz mevcuttur.

Pektus karinatum deformitesi göğüs ön duvarının öne doğru aşırı çıkıntılı olması durumudur. Pektus ekskavatum deformitesinden daha az oranda (beşte bir) görülmektedir. En sık görülen formu sternum gövdesinin alt kıkırdak kostalar ile simetrik protrüzyonudur

İKİNCİ AMELİYATA GEREK YOK…

Göğüs ön duvarı şekil bozuklukları kişilerin normal yaşam sürelerini kısıtlamaz. Bu kişilerde psikolojik rahatsızlık bulunabilir.

Kunduracı göğsü ve güvercin göğsü kardio-pulmoner, psikolojik ve kozmetik nedenlerden dolayı başarılı bir şekilde cerrahi ile düzeltilebilir. Ameliyatta titanyum ya da doku tarafından emilebilir plak ve vidalar kullanılmaktadır. Titanyum plaklar kalıcıdır çıkarılması gerekmez. Bu sebepten ikinci bir ameliyata gerek yoktur. Emilebilir plaklar 6 ayda vücut tarafından emilmektedir. Ortalama hastanede yatış süresi 5 gündür.

 Kunduracı göğsü ameliyat öncesi ve sonrası görünümler.
Kunduracı göğsü ameliyat öncesi ve sonrası görünümler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Güvercin göğsü ameliyat öncesi ve sonrası görünümler.
Güvercin göğsü ameliyat öncesi ve sonrası görünümler
TOBB ETÜ Hastanesi’nden göğüs cerrahisi uzmanı Doç. Dr. Mehmet Dakak
TOBB ETÜ Hastanesi’nden göğüs cerrahisi uzmanı Doç. Dr. Mehmet Dakak